Geçen yıl Temmuz ayında, stilist olarak görev yaptığım şirket beni Berlin'de düzenlenen sonbahar kış sezonu hazır giyim fuarına göndermişti.
Fuarın ikinci gününde, Berlin'de ortaokula birlikte gittiğimiz Aybike ile karşılaştım. Görüşmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Bir süre ayak üstü
konuştuktan sonra,akşam uzun uzun hasret gidermek için buluşmak üzere ayrıldık.
Akşam mesai bittikten sonra, randevu yeri olan küçük, sessiz, şirin kafeteryada buluştuk. Mekan hemen hemen boştu. Uzak köşede
pizzalarını iştahla yemekte olan üç Alman kadın vardı.
Biz de, onların üç dört masa yakınında bir yer seçerek oturduk, kahve siparişi verdik.
Aybike de benim gibi Almanya'da doğmuş, on sekiz yaşında İstanbul'a, dedesinin yanına kaçmıştı. Tahsili bittikten sonra iyi bir evlilik yapmış,İstanbul'a yerleşmişti.
Altı yaşındaki oğlu Kürşad'la beraber hem ziyaret hem tatil amacıyla anne babasının yaşadığı Köln'e gelmişti.
Bir süre özel hayatımıza dair haberler alıp verdikten sonra, koyu bir sohbet başladı.Önce Türkiye'yi,sonra bütün Dünya'yı kurtaracaktık!
60.cı Hükümeti bir "halk isyanı" ile al aşağı ettikten sonra, bütün kabine üyelerini "ömür boyu" hapse mahkum ettik. Önce ABD'ye,sonra AB'ye "rest" çektik.Bütün dış borç ödemelerini "askıya" aldık. Tüketim malı ithalini yasakladık. Tarım ürünü ihtiyacının yerli tüketimle karşılanamayan kısmı için ithal izni verdik. Köy Kentler kurduk, köylüye on yıl vadeli faizsiz tarım kredisi, bedava tohumluk ve ucuz damızlık hayvanlar verdik.
Yerli uçak sanayiini planlayıp kurması için TÜBİTAK'I görevlendirdik. AR-GE için devlet bütçesinden kaynak ayırdık.Yüksek teknoloji kullanan sanayi kollarına beş yıl vergi muafiyeti getirdik.
K.Irak’daki kukla devletin yerine ,Kerkük, Musul ve Telafer’i içine alacak şekilde bir Türkmen Devleti kurduk. Aslında Misak-ı Milli sınırlarında kalan, ama anlaşmaya aykırı olarak bize verilmeyen Batum'u Gürcistan'ın elinden aldık.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımayan ülkelerle olan diplomatik ilişkilerimize nokta koyduk.
Stratosferdeki ozonu tüketen CFC gazlarının salınımını kontrol altına alarak deliği kapattık.
Fosil menşeli yakıt kullanımını sınırlayıp küresel ısınmayı engelleyecek tedbirler aldık.Suyu elementlerine ayırıp tekrar yakarak çevre dostu yakıt ürettik.
Atom reaktörleri yerine Güneş Enerjisi santralleri inşa ettik.
Karadeniz kıyısı boyunca HES yerine RES dedik ve rüzgardan elektrik üreten "Rüzgar Çiftlikleri" kurduk.
Norveç'te yeni moda olan "yavru fok öldürme" sporunu tarihe gömdük.
Denizi kirletenlere ağır cezalar öngördük. Ormanların tahrip edilmesini engelleyecek alternatif gelir kaynakları yarattık.
Bir ara birinin omzuma dokunduğunu hissettim. Dönüp baktığımda bu kişinin yandaki masada pizza yiyen Alman kadınlardan biri olduğunu anladım. Gözleri gülmekte olduğu halde bana bakıyordu.Düzgün Almancasıyla dedi ki:
-Hanımefendi bir süredir sizi izliyoruz. Öyle güzel sohbet ediyordunuz ki konuşmanızı bölmek istemedik.
-Önemli değil, bir şey mi söylemek istiyorsunuz?
-Şey diyecektim...Kullandığınız dil çok güzel,akıcı ve yumuşak.Ama biz hangi dilde konuştuğunuzu anlayamadık.
Bu durum karşısında önce çok şaşırdım, ama hemen toparlandım ve dedim ki:
-Türkçe konuşuyoruz.
Bu kez şaşkınlığa düşen o oldu.
-Yaaa,öyle mi?Çok şaşırdım doğrusu!
-Pekiyi,neden?
-Çünkü;burada ve Almanya'nın bir çok yerinde Türkler var.Ama hiçbiri bu dili konuşmuyorlar.
-Öyle mi , pekiyi hangi dili konuşuyorlar?
-Hangi dil olduğunu bilmiyorum, ama tatsız tuzsuz , kaba saba bir şey olduğunu biliyorum!
Ben, Aybike ve diğer iki Alman kadın, gülmekten neredeyse katılacaktık. Gülme krizimiz geçince, gözyaşlarımı peçeteye silerken bir yandan da durumu izah etmeye çalışıyordum.
-Onlar Türk değiller! İran'dan gelmiş olan sığınmacı Kürtler. Kendilerini aşağılamayın diye Almanya'da Türk olduklarını söylüyorlar.
*Bu öykü, yeğenim Çiğdem Şensoy’un yaşadığı ve bana anlattığı gerçek bir olaydan derlenmiştir.
Şaman TÜRKSOY
Fuarın ikinci gününde, Berlin'de ortaokula birlikte gittiğimiz Aybike ile karşılaştım. Görüşmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Bir süre ayak üstü
konuştuktan sonra,akşam uzun uzun hasret gidermek için buluşmak üzere ayrıldık.
Akşam mesai bittikten sonra, randevu yeri olan küçük, sessiz, şirin kafeteryada buluştuk. Mekan hemen hemen boştu. Uzak köşede
pizzalarını iştahla yemekte olan üç Alman kadın vardı.
Biz de, onların üç dört masa yakınında bir yer seçerek oturduk, kahve siparişi verdik.
Aybike de benim gibi Almanya'da doğmuş, on sekiz yaşında İstanbul'a, dedesinin yanına kaçmıştı. Tahsili bittikten sonra iyi bir evlilik yapmış,İstanbul'a yerleşmişti.
Altı yaşındaki oğlu Kürşad'la beraber hem ziyaret hem tatil amacıyla anne babasının yaşadığı Köln'e gelmişti.
Bir süre özel hayatımıza dair haberler alıp verdikten sonra, koyu bir sohbet başladı.Önce Türkiye'yi,sonra bütün Dünya'yı kurtaracaktık!
60.cı Hükümeti bir "halk isyanı" ile al aşağı ettikten sonra, bütün kabine üyelerini "ömür boyu" hapse mahkum ettik. Önce ABD'ye,sonra AB'ye "rest" çektik.Bütün dış borç ödemelerini "askıya" aldık. Tüketim malı ithalini yasakladık. Tarım ürünü ihtiyacının yerli tüketimle karşılanamayan kısmı için ithal izni verdik. Köy Kentler kurduk, köylüye on yıl vadeli faizsiz tarım kredisi, bedava tohumluk ve ucuz damızlık hayvanlar verdik.
Yerli uçak sanayiini planlayıp kurması için TÜBİTAK'I görevlendirdik. AR-GE için devlet bütçesinden kaynak ayırdık.Yüksek teknoloji kullanan sanayi kollarına beş yıl vergi muafiyeti getirdik.
K.Irak’daki kukla devletin yerine ,Kerkük, Musul ve Telafer’i içine alacak şekilde bir Türkmen Devleti kurduk. Aslında Misak-ı Milli sınırlarında kalan, ama anlaşmaya aykırı olarak bize verilmeyen Batum'u Gürcistan'ın elinden aldık.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımayan ülkelerle olan diplomatik ilişkilerimize nokta koyduk.
Stratosferdeki ozonu tüketen CFC gazlarının salınımını kontrol altına alarak deliği kapattık.
Fosil menşeli yakıt kullanımını sınırlayıp küresel ısınmayı engelleyecek tedbirler aldık.Suyu elementlerine ayırıp tekrar yakarak çevre dostu yakıt ürettik.
Atom reaktörleri yerine Güneş Enerjisi santralleri inşa ettik.
Karadeniz kıyısı boyunca HES yerine RES dedik ve rüzgardan elektrik üreten "Rüzgar Çiftlikleri" kurduk.
Norveç'te yeni moda olan "yavru fok öldürme" sporunu tarihe gömdük.
Denizi kirletenlere ağır cezalar öngördük. Ormanların tahrip edilmesini engelleyecek alternatif gelir kaynakları yarattık.
Bir ara birinin omzuma dokunduğunu hissettim. Dönüp baktığımda bu kişinin yandaki masada pizza yiyen Alman kadınlardan biri olduğunu anladım. Gözleri gülmekte olduğu halde bana bakıyordu.Düzgün Almancasıyla dedi ki:
-Hanımefendi bir süredir sizi izliyoruz. Öyle güzel sohbet ediyordunuz ki konuşmanızı bölmek istemedik.
-Önemli değil, bir şey mi söylemek istiyorsunuz?
-Şey diyecektim...Kullandığınız dil çok güzel,akıcı ve yumuşak.Ama biz hangi dilde konuştuğunuzu anlayamadık.
Bu durum karşısında önce çok şaşırdım, ama hemen toparlandım ve dedim ki:
-Türkçe konuşuyoruz.
Bu kez şaşkınlığa düşen o oldu.
-Yaaa,öyle mi?Çok şaşırdım doğrusu!
-Pekiyi,neden?
-Çünkü;burada ve Almanya'nın bir çok yerinde Türkler var.Ama hiçbiri bu dili konuşmuyorlar.
-Öyle mi , pekiyi hangi dili konuşuyorlar?
-Hangi dil olduğunu bilmiyorum, ama tatsız tuzsuz , kaba saba bir şey olduğunu biliyorum!
Ben, Aybike ve diğer iki Alman kadın, gülmekten neredeyse katılacaktık. Gülme krizimiz geçince, gözyaşlarımı peçeteye silerken bir yandan da durumu izah etmeye çalışıyordum.
-Onlar Türk değiller! İran'dan gelmiş olan sığınmacı Kürtler. Kendilerini aşağılamayın diye Almanya'da Türk olduklarını söylüyorlar.
*Bu öykü, yeğenim Çiğdem Şensoy’un yaşadığı ve bana anlattığı gerçek bir olaydan derlenmiştir.
Şaman TÜRKSOY
Yorum