Evren’i Anlamak İnsan’ı Anlamaktır
Hubble Teleskopu ile peş peşe yapılan keşifler sayesinde, EVREN ‘in büyüklüğü
hakkında klasik kabullerin çok ötesinde bilgiler elde edildi.Yıldızların ölümlerine,
galaksilerin doğumlarına şahit olundu.İlk kez kara delikler fark edildi, kara madde
ve kara enerji kavramları kafaları bulandırdı,Evrende Kozmos(düzen)içinde Kaos
(düzensizlik)olduğunun ilk ip uçları bulundu. Gelinen bu son noktaya nasıl ulaşıldığını
daha kolay anlamamız için İsak Newton’dan ve onun determinist, materyalist
makine dünyasından ve Öklit Evreni’nden biraz bahsetmek gerekir.
Newton’a göre uzay dümdüzdür,hareketsiz olarak yerinde durur.Güneş sistemleri
veya planetler(gezegenimsi)mutlak(hareketsiz)Evrende hareket ederler.Farklı
hızlarda hareket etseler de tüm güneş sistemlerinde zaman aynı sürede akar,
yani zaman da mutlaktır.
Newton,ünlü formüllerini böyle bir mutlak uzay ve mutlak zaman tasarlayarak
yapmıştı. Gezegenler, öklidyen (pencere camı gibi)bir düzlemde hareket ederler.
Bu hareketleri ‘doğrusal’ değildir,güneş etrafında düzgün elipsler çizerler. Güneş,
gezegenlerin üzerinde çekim etkisi yapar,bu yüzden yörüngeler doğru çizgi olmak
yerine,düzgün elips biçimindedirler.
İlk bakışta gayet anlaşılır ve makul(akla yatkın)olduğu düşünülse de bu açıklama
fizikçileri tatmin etmemiştir.Mesela,Güneş gezegenleri çok uzak mesafelerden
nasıl bir güçle etkilemekteydi.Bu çekim gücü hangi ortamda taşınıp gezegenlere
ulaşıyor ve onları etkiliyordu?
Newton’un verdiği cevaplarla tatmin edemediği bu sorulara cevap olarak Eser Teorisi
ortaya atılmıştır.
Eser Teorisi’ne göre:Mutlak uzay gözle görülemeyecek kadar ince olan ve ‘eser’
denilen bir madde ya da ‘toz’ la kaplıydı. Bu madde sabit duruyordu,gezegenler bu
sabit madde üzerinde hareket ediyorlardı. Bu incecik toz aynı zamanda güneşin çekim
enerjisini de gezegenlere taşıyan ortamı sağlıyordu.
Fakat,Eser Teorisi de bir çok fizikçiyi tatmin etmedi.20.yüzyılın başlarında , Michelson
Deneyi adı verilen bir deney yapıldı. Bu deney ışık hızının tüm koordinat eksenlerinde
‘sabit’ olduğunu gösteriyordu.Yani gezegenler veya güneş sistemleri,birbirlerine göre
ne kadar hızlı hareket ederse etsin,ışık hızının ölçümü her birinde aynı sonucu veriyordu.
Bu ise ‘Mutlak Uzay’ ve ‘Eser Teorisi’ ile çelişen bir gerçekti. Hem de ne yaman bir çelişki…
Bu çelişkinin çözümü Einstein’e kısmet oldu. Bilim Dünyası yerinden oynadı ve
Newton’ın başına yıkıldı…
Albert Einstein’ın bu çelişkiye henüz 25 yaşında iken getirdiği yorum,mutlak hız diye
bir şey olmadığı sonucunu doğuruyordu.Sadece relatif (göreceli)hız vardı.
Bunu, bir örnek yardımı ile açıklayalım:
Bir güneş sistemi düşünelim.Bu sistemden bakarak başka bir güneş sisteminin
hızını ölçebiliriz.Yine aynı şekilde,hızını ölçtüğümüz güneş sisteminden bakarak
bu kez ilk güneş sisteminin hızını ölçebiliriz. Ama, her iki güneş sisteminin hızını
ölçebileceğimiz ‘mutlak’ bir uzay yoktur. Yani, uzayda tercih edilmiş bir koordinat
ekseni yoktur. Öyleyse uzay mutlak değildir, ‘Mutlak Uzay’ insanın kafasında
yarattığı bir mittir.
Bu kabul,’relativite’ kavramını doğurmuştur. Eğer uzay mutlak değil, relatif ise,
bunun doğal bir uzantısı olarak ‘zaman’ da mutlak değil, relatif olmalıdır.
Einstein’ın burada anlatmak istediği şeyi,somut bir olaya uygularsak şöyle
olması gerekir:
Dünya’dan uzaya, ışık hızına yakın hız yapabilen bir uzay aracı gönderdiğimizi
varsayalım.Fırlatmadan itibaren,hem uzay aracındaki saatler,hem de Dünya’daki
saatler çalışmalarını sürdürmektedir.Uzay aracı ile Dünya arasında hiç bir haber-
leşme olmadığını varsayarsak,uzay aracındaki astronotların 70 yıl geçtikten
sonra Dünya’ya dönmeleri halinde,büyük bir sürpriz onları bekliyor olacaktır.
Uzay aracı içinde 70 yıl geçirdiğini düşünen astronotlar,Dünya’da 200 yıl geçmiş
olduğunu anlayınca şaşıracaklardır.Çünkü,hiç fark etmemiş olsalar da sahip olduğu
büyük hız yüzünden uzay aracında zaman,Dünya’dakine kıyasla çok yavaş işlemiştir.
Burada bir soru akla gelir.Gerçekte geçen zaman 70 yıl mıdır?Yoksa 200 yıl mıdır?
Bu ölçümlerden birini,diğerine göre daha doğrudur diye niteleyemeyiz.İkisi de
doğrudur,ama birbirlerine göre.
İşte eskilerin(izafiyet),yenilerin(görecelilik)dedikler i relativite kavramı budur.
Zaman da Uzay gibi mutlak değil ve fakat relatiftir. Mutlaklık,bu kavramlara
insanların ‘izafeten’ atadıkları bir özelliktir.
Einstein’ın daha sonra pek çok deneyle ispat edilen bu inanılmaz yorumu,
Newton’un öklidyen, mutlak uzayını parçalıyor, yerle bir ediyordu. Aslında pek
çoğumuz eski mutlak zaman kavramına,zamanın aynı hızla akıp gittiği düşün-
cesine hala bağlıyız.Ama,fizikçiler bunu reddetmekle kalmıyor,zaman kavramına
ayrı bir yorum da getiriyorlar.
Einstein’e göre zaman ve mekan ayrılığı da yapay , bizim kafamızın yarattığı
bir kavramdır. Gerçekte uzayın üç boyutu ile zaman – tek bir bütünü- uzay
zaman sürekliliğini oluşturur.
Gündelik hayatta mekanın,en,boy,derinlik olması kavramına alışkınız.Bu üç
boyutu pozitif sayılarla ölçebiliriz.Ama Evren’in, bu üç boyuta ek olarak bir de
zaman boyutu içerdiğini gözden kaçırabiliriz.Oysa Evren,bizim bildiğimiz üç
boyutla birlikte zaman boyutunu da içerir.Bu dört boyut birbirleriyle organik
bir bütünlük oluştururlar.Diğer üç boyutun aksine zamanı 1,2,3 gibi pozitif
sayılarla değil,sanal bir sayı ile,karekök içinde -1 veya -2 ile ölçeriz. Bugün
hala, bunun tam olarak ne anlama geldiği bilinmemektedir.
2.Bölümle devam edeceğim.
Şaman TÜRKSOY
Not:İlkin 13.04.2013 tarihinde
yurdumacanfeda.com adlı sitede
yayımlanmıştır.
Hubble Teleskopu ile peş peşe yapılan keşifler sayesinde, EVREN ‘in büyüklüğü
hakkında klasik kabullerin çok ötesinde bilgiler elde edildi.Yıldızların ölümlerine,
galaksilerin doğumlarına şahit olundu.İlk kez kara delikler fark edildi, kara madde
ve kara enerji kavramları kafaları bulandırdı,Evrende Kozmos(düzen)içinde Kaos
(düzensizlik)olduğunun ilk ip uçları bulundu. Gelinen bu son noktaya nasıl ulaşıldığını
daha kolay anlamamız için İsak Newton’dan ve onun determinist, materyalist
makine dünyasından ve Öklit Evreni’nden biraz bahsetmek gerekir.
Newton’a göre uzay dümdüzdür,hareketsiz olarak yerinde durur.Güneş sistemleri
veya planetler(gezegenimsi)mutlak(hareketsiz)Evrende hareket ederler.Farklı
hızlarda hareket etseler de tüm güneş sistemlerinde zaman aynı sürede akar,
yani zaman da mutlaktır.
Newton,ünlü formüllerini böyle bir mutlak uzay ve mutlak zaman tasarlayarak
yapmıştı. Gezegenler, öklidyen (pencere camı gibi)bir düzlemde hareket ederler.
Bu hareketleri ‘doğrusal’ değildir,güneş etrafında düzgün elipsler çizerler. Güneş,
gezegenlerin üzerinde çekim etkisi yapar,bu yüzden yörüngeler doğru çizgi olmak
yerine,düzgün elips biçimindedirler.
İlk bakışta gayet anlaşılır ve makul(akla yatkın)olduğu düşünülse de bu açıklama
fizikçileri tatmin etmemiştir.Mesela,Güneş gezegenleri çok uzak mesafelerden
nasıl bir güçle etkilemekteydi.Bu çekim gücü hangi ortamda taşınıp gezegenlere
ulaşıyor ve onları etkiliyordu?
Newton’un verdiği cevaplarla tatmin edemediği bu sorulara cevap olarak Eser Teorisi
ortaya atılmıştır.
Eser Teorisi’ne göre:Mutlak uzay gözle görülemeyecek kadar ince olan ve ‘eser’
denilen bir madde ya da ‘toz’ la kaplıydı. Bu madde sabit duruyordu,gezegenler bu
sabit madde üzerinde hareket ediyorlardı. Bu incecik toz aynı zamanda güneşin çekim
enerjisini de gezegenlere taşıyan ortamı sağlıyordu.
Fakat,Eser Teorisi de bir çok fizikçiyi tatmin etmedi.20.yüzyılın başlarında , Michelson
Deneyi adı verilen bir deney yapıldı. Bu deney ışık hızının tüm koordinat eksenlerinde
‘sabit’ olduğunu gösteriyordu.Yani gezegenler veya güneş sistemleri,birbirlerine göre
ne kadar hızlı hareket ederse etsin,ışık hızının ölçümü her birinde aynı sonucu veriyordu.
Bu ise ‘Mutlak Uzay’ ve ‘Eser Teorisi’ ile çelişen bir gerçekti. Hem de ne yaman bir çelişki…
Bu çelişkinin çözümü Einstein’e kısmet oldu. Bilim Dünyası yerinden oynadı ve
Newton’ın başına yıkıldı…
Albert Einstein’ın bu çelişkiye henüz 25 yaşında iken getirdiği yorum,mutlak hız diye
bir şey olmadığı sonucunu doğuruyordu.Sadece relatif (göreceli)hız vardı.
Bunu, bir örnek yardımı ile açıklayalım:
Bir güneş sistemi düşünelim.Bu sistemden bakarak başka bir güneş sisteminin
hızını ölçebiliriz.Yine aynı şekilde,hızını ölçtüğümüz güneş sisteminden bakarak
bu kez ilk güneş sisteminin hızını ölçebiliriz. Ama, her iki güneş sisteminin hızını
ölçebileceğimiz ‘mutlak’ bir uzay yoktur. Yani, uzayda tercih edilmiş bir koordinat
ekseni yoktur. Öyleyse uzay mutlak değildir, ‘Mutlak Uzay’ insanın kafasında
yarattığı bir mittir.
Bu kabul,’relativite’ kavramını doğurmuştur. Eğer uzay mutlak değil, relatif ise,
bunun doğal bir uzantısı olarak ‘zaman’ da mutlak değil, relatif olmalıdır.
Einstein’ın burada anlatmak istediği şeyi,somut bir olaya uygularsak şöyle
olması gerekir:
Dünya’dan uzaya, ışık hızına yakın hız yapabilen bir uzay aracı gönderdiğimizi
varsayalım.Fırlatmadan itibaren,hem uzay aracındaki saatler,hem de Dünya’daki
saatler çalışmalarını sürdürmektedir.Uzay aracı ile Dünya arasında hiç bir haber-
leşme olmadığını varsayarsak,uzay aracındaki astronotların 70 yıl geçtikten
sonra Dünya’ya dönmeleri halinde,büyük bir sürpriz onları bekliyor olacaktır.
Uzay aracı içinde 70 yıl geçirdiğini düşünen astronotlar,Dünya’da 200 yıl geçmiş
olduğunu anlayınca şaşıracaklardır.Çünkü,hiç fark etmemiş olsalar da sahip olduğu
büyük hız yüzünden uzay aracında zaman,Dünya’dakine kıyasla çok yavaş işlemiştir.
Burada bir soru akla gelir.Gerçekte geçen zaman 70 yıl mıdır?Yoksa 200 yıl mıdır?
Bu ölçümlerden birini,diğerine göre daha doğrudur diye niteleyemeyiz.İkisi de
doğrudur,ama birbirlerine göre.
İşte eskilerin(izafiyet),yenilerin(görecelilik)dedikler i relativite kavramı budur.
Zaman da Uzay gibi mutlak değil ve fakat relatiftir. Mutlaklık,bu kavramlara
insanların ‘izafeten’ atadıkları bir özelliktir.
Einstein’ın daha sonra pek çok deneyle ispat edilen bu inanılmaz yorumu,
Newton’un öklidyen, mutlak uzayını parçalıyor, yerle bir ediyordu. Aslında pek
çoğumuz eski mutlak zaman kavramına,zamanın aynı hızla akıp gittiği düşün-
cesine hala bağlıyız.Ama,fizikçiler bunu reddetmekle kalmıyor,zaman kavramına
ayrı bir yorum da getiriyorlar.
Einstein’e göre zaman ve mekan ayrılığı da yapay , bizim kafamızın yarattığı
bir kavramdır. Gerçekte uzayın üç boyutu ile zaman – tek bir bütünü- uzay
zaman sürekliliğini oluşturur.
Gündelik hayatta mekanın,en,boy,derinlik olması kavramına alışkınız.Bu üç
boyutu pozitif sayılarla ölçebiliriz.Ama Evren’in, bu üç boyuta ek olarak bir de
zaman boyutu içerdiğini gözden kaçırabiliriz.Oysa Evren,bizim bildiğimiz üç
boyutla birlikte zaman boyutunu da içerir.Bu dört boyut birbirleriyle organik
bir bütünlük oluştururlar.Diğer üç boyutun aksine zamanı 1,2,3 gibi pozitif
sayılarla değil,sanal bir sayı ile,karekök içinde -1 veya -2 ile ölçeriz. Bugün
hala, bunun tam olarak ne anlama geldiği bilinmemektedir.
2.Bölümle devam edeceğim.
Şaman TÜRKSOY
Not:İlkin 13.04.2013 tarihinde
yurdumacanfeda.com adlı sitede
yayımlanmıştır.
Yorum