TABIZKAN (Temizkan) AMCAM
Tarih 1965...İstanbul, Zeytinburnu, Nuri Paşa İlkokulu...
Cumhuriyet döneminde inşa edilen ilk okullardan birinin,kalabalık öğrenci yüzünden "baraka"ya düşmüş bir sınıfındayız.
Karlı,soğuk bir kış günüydü.Şükran öğretmen karatahtaya bazı şekiller çizmeye,biz de ne yaptığını anlamaya çalışıyorduk.
O işini bitirdiğinde tahtada üçgen,kare,dikdörtgen ve bir daireden oluşan dört şekil çizimi vardı.
Sonra yüzünü sınıfa döndü;ilçede hemen herkesin tanıdığı Ahmet Yılmaz'ın oğlu Erhan'ı işaret ederek:
-Erhan,kalk söyle!Tahtadaki şekillerin isimleri nelerdir?
Erhan;yakası kürklü kabanı ile sıcacık oturuyordu.Yavaşça yerinden kalktı;
-Öğretmenim,birincisi üçgen,ikincisi kare,üçüncüsü dörtgen,dördüncüsü...
Sınıftan çıt çıkmıyordu,Erhan dut yemiş bülbül gibi tutulmuş,konuşmuyordu.
-Oğlum niye sustun?devam etsene...
Ses yok...
-Otur yerine,eşek…Senin baban diş hekimiydi değil mi?
Bir süre üzerimizde göz gezdirdikten sonra;
-Samet kalk sen söyle!
O;ablak yüzlü,çekik gözlü,mahcup bir Kazak çocuğuydu.Siyah önlüğünün kol manşetleri,üzerinde "yumuşakça" gezmiş gibi
parlıyordu. Sağ kolunun manşeti ile burnunu bir kez daha süpürürken ayağa da kalkmıştı.
-Öğretmenim,birinci şekil üçgen,ikincisi kare,üçüncüsü dikdörtgen,dördüncüsü daire.
Kısa bir sessizlikten sonra bir alkış koptu ki hiç unutmam.
-Senin baban ne iş yapıyordu bakayım?
-Hiç…Evde parça deriden yelek dikip pazarda satıyor...
Canım arkadaşım...
Onunla yine böyle bir kış günü tanışmıştık.
Amerikan yardımı süt tozundan yapılma süt içerek,yine Amerikan yardımı beyaz peynirle sandviç yediğimiz bir
"beslenme" arasında, Trakya romanı (çingene) müdür yardımcısı Talat Kalaycıoğlu,kolundan tutup getirmiş,sınıfın
ortasına adeta savurarak bırakmış,Şükran öğretmene hitaben;
-Bunu ne yaparsanız yapın! dedikten sonra çıkıp,gitmişti.
Samet,tazı görmüş tavşan gibi kaygı dolu bakışlarla Şükran öğretmene bakıyor,gözlerinden dökülen inciler kirli
yüzünde temiz izler bırakıyordu.
Şükran öğretmen,onu elinden tuttu,diğer eliyle başını okşayarak:
-Gel oğlum,karnın aç mı?
-Evet öğretmenim,çok da üşüdüm.
-Tamam evlat!Şimdi sana yiyecek buluruz,önce geçip biraz ısın...
İçerisinde yanan meşe odununun hararetine dayanamadığı için beli bükülmüş olan tek katlı saç soba,gürül
gürül yanıyordu.Samet önce küçücük ellerini uzattı, sonra sıcağa teslim oldu.
Ders yeniden başladığında,kestane rengi çekik gözleri gülüyordu ve artık benim sıra arkadaşım olmuştu...
Tabızkan Amca,Doğu Türkistan(Altay)bölgesinde,Çin işgaline başkaldırıp savaşan,ama kum gibi kalabalık
Çinli ile "orantısız güç" yüzünden başa çıkamayıp göçmek zorunda kalan Kazak Türkleri’ nden bir reis.1951
yılında Afganistan'a ,1952 yılında ise "İskanlı göçmen" olarak Türkiye'ye geliyor.Devlet ekincilik yaparak
geçinmeleri için toprak veriyor,Kayseri'ye iskan ediliyorlar.
Diğer göçmenler gibi Tabızkan Amca da ekincilikten anlamaz,onlar hayvan yetiştirmeyi biliyorlar.Başlıyor
çorak toprakla boğuşmaya,ama nafile,aldığı ürün yetmiyor,yoksulluk çekiyorlar.1954 yılında Çimey,1956
yılında da Samet dünyaya geliyorlar.Yoksulluk daha da artıyor.Tabızkan Amca bu çorak toprakla yedi yıl
savaştıktan sonra yenik düşüyor.Kalkıp İstanbul'a geliyorlar,Zeytinburnu' nda,hat boyuna yakın bir evcik
kiralayıp,başlarını sokuyorlar.Ama,dirlik için para gerek.
Hayvancılık ve dericilikten başka bildiği bir iş yok.Emine Teyze ile beraber,Kazlıçeşme' deki deri imalat-
hanelerinden "parça ve ıskarta" deri topluyorlar.Bu derilerden çocuk kabanı,yelek,omuz çantası vs yapıp,
satıyor,geçimlerini sağlıyorlar.
1963 yılında Samet ilk okula başlıyor.Ama bir türlü okula ve öğretmeni Hatice hanıma alışamıyor.Okula ya
hiç gelmiyor,ya da gün ortasında kaçıp eve gidiyor.Öğretmen Hatice hanım bu durumdan çok şikayetçi,bir
süre sonra disiplinini bozduğu gerekçesiyle Samet'i sınıfına da kabul etmiyor.
Çingene Talat birkaç sınıf dolaşıyor,ama onlar da Samet' i istemiyorlar.Sonunda bizim sınıfa "terk" edip gitti...
Biz çok iyi arkadaş olduk,okuma yazmayı ilk önce biz söktük.Ders aralarında birlikte oynar,beraber ders çalışırdık.
Zamanla beni ocağına götürdü,Tabızkan Amcayı,Emine Teyzeyi, Çimey Ablayı tanıdım.Evlerinde sütlü tuzlu çayı,
bağırsak sorpasını (çorba) tattım.
At etli kuru fasulye olduğu zaman,Emine Teyze Samet'le haber yollardı,mutlaka giderdim.Kımız ve Tay ciğeri
yahnisi özel günlerimizin yemeğiydi.
Samet vasıtasıyla başka Kazak çocuklarla da tanıştım.Güçlü arkadaşlıklar kurduk.Turan,Büyük Kedi(Gani), Kayyum,
Eyüp, Cazgır Yaşar, Panço Samet aklıma gelenlerden bir kaçı.
Tabızkan Amca beni "oğulları" gibi severdi.Türkiye Türkçesi’ ni iyi konuşamazdı,benim de Kazakçam zayıftı,ama
anlaşırdık.Beynime öyle düşünceler tohumladı ki çok şükür,ben TÜRKÇÜYÜM.
Bir gün,evlerinin kapısında Samet'i bekliyorum.Yağmur çiseliyor.Tabızkan Amca o sıralar hasta yatağında,ama benim
kapıda beklediğimden haberi var.
Samet o esnada ayak yolundaymış,biraz gecikti galiba.Az sonra Tabızkan Amcanın bağırarak bir şey söylediğini işittim.
-Sameeet, bala esikte kalgan. Arkan tışıb otur musun? [Sameet, çocuk eşikte kaldı, urgan sıçıp oturuyor musun?]
Gençlik yılları,bazen hata da yapardık.Emine Teyze bize:
-Lağanat çoşkalar, sizge katın alıp bermeyim!.. der, kızardı. [Lanet domuzlar, sizi evlendirmeyeceğim]
Tabızkan Amca...Konutun uçmağ olsun.
Sağlıcakla kalınız…
02.09.2014
Tarih 1965...İstanbul, Zeytinburnu, Nuri Paşa İlkokulu...
Cumhuriyet döneminde inşa edilen ilk okullardan birinin,kalabalık öğrenci yüzünden "baraka"ya düşmüş bir sınıfındayız.
Karlı,soğuk bir kış günüydü.Şükran öğretmen karatahtaya bazı şekiller çizmeye,biz de ne yaptığını anlamaya çalışıyorduk.
O işini bitirdiğinde tahtada üçgen,kare,dikdörtgen ve bir daireden oluşan dört şekil çizimi vardı.
Sonra yüzünü sınıfa döndü;ilçede hemen herkesin tanıdığı Ahmet Yılmaz'ın oğlu Erhan'ı işaret ederek:
-Erhan,kalk söyle!Tahtadaki şekillerin isimleri nelerdir?
Erhan;yakası kürklü kabanı ile sıcacık oturuyordu.Yavaşça yerinden kalktı;
-Öğretmenim,birincisi üçgen,ikincisi kare,üçüncüsü dörtgen,dördüncüsü...
Sınıftan çıt çıkmıyordu,Erhan dut yemiş bülbül gibi tutulmuş,konuşmuyordu.
-Oğlum niye sustun?devam etsene...
Ses yok...
-Otur yerine,eşek…Senin baban diş hekimiydi değil mi?
Bir süre üzerimizde göz gezdirdikten sonra;
-Samet kalk sen söyle!
O;ablak yüzlü,çekik gözlü,mahcup bir Kazak çocuğuydu.Siyah önlüğünün kol manşetleri,üzerinde "yumuşakça" gezmiş gibi
parlıyordu. Sağ kolunun manşeti ile burnunu bir kez daha süpürürken ayağa da kalkmıştı.
-Öğretmenim,birinci şekil üçgen,ikincisi kare,üçüncüsü dikdörtgen,dördüncüsü daire.
Kısa bir sessizlikten sonra bir alkış koptu ki hiç unutmam.
-Senin baban ne iş yapıyordu bakayım?
-Hiç…Evde parça deriden yelek dikip pazarda satıyor...
Canım arkadaşım...
Onunla yine böyle bir kış günü tanışmıştık.
Amerikan yardımı süt tozundan yapılma süt içerek,yine Amerikan yardımı beyaz peynirle sandviç yediğimiz bir
"beslenme" arasında, Trakya romanı (çingene) müdür yardımcısı Talat Kalaycıoğlu,kolundan tutup getirmiş,sınıfın
ortasına adeta savurarak bırakmış,Şükran öğretmene hitaben;
-Bunu ne yaparsanız yapın! dedikten sonra çıkıp,gitmişti.
Samet,tazı görmüş tavşan gibi kaygı dolu bakışlarla Şükran öğretmene bakıyor,gözlerinden dökülen inciler kirli
yüzünde temiz izler bırakıyordu.
Şükran öğretmen,onu elinden tuttu,diğer eliyle başını okşayarak:
-Gel oğlum,karnın aç mı?
-Evet öğretmenim,çok da üşüdüm.
-Tamam evlat!Şimdi sana yiyecek buluruz,önce geçip biraz ısın...
İçerisinde yanan meşe odununun hararetine dayanamadığı için beli bükülmüş olan tek katlı saç soba,gürül
gürül yanıyordu.Samet önce küçücük ellerini uzattı, sonra sıcağa teslim oldu.
Ders yeniden başladığında,kestane rengi çekik gözleri gülüyordu ve artık benim sıra arkadaşım olmuştu...
Tabızkan Amca,Doğu Türkistan(Altay)bölgesinde,Çin işgaline başkaldırıp savaşan,ama kum gibi kalabalık
Çinli ile "orantısız güç" yüzünden başa çıkamayıp göçmek zorunda kalan Kazak Türkleri’ nden bir reis.1951
yılında Afganistan'a ,1952 yılında ise "İskanlı göçmen" olarak Türkiye'ye geliyor.Devlet ekincilik yaparak
geçinmeleri için toprak veriyor,Kayseri'ye iskan ediliyorlar.
Diğer göçmenler gibi Tabızkan Amca da ekincilikten anlamaz,onlar hayvan yetiştirmeyi biliyorlar.Başlıyor
çorak toprakla boğuşmaya,ama nafile,aldığı ürün yetmiyor,yoksulluk çekiyorlar.1954 yılında Çimey,1956
yılında da Samet dünyaya geliyorlar.Yoksulluk daha da artıyor.Tabızkan Amca bu çorak toprakla yedi yıl
savaştıktan sonra yenik düşüyor.Kalkıp İstanbul'a geliyorlar,Zeytinburnu' nda,hat boyuna yakın bir evcik
kiralayıp,başlarını sokuyorlar.Ama,dirlik için para gerek.
Hayvancılık ve dericilikten başka bildiği bir iş yok.Emine Teyze ile beraber,Kazlıçeşme' deki deri imalat-
hanelerinden "parça ve ıskarta" deri topluyorlar.Bu derilerden çocuk kabanı,yelek,omuz çantası vs yapıp,
satıyor,geçimlerini sağlıyorlar.
1963 yılında Samet ilk okula başlıyor.Ama bir türlü okula ve öğretmeni Hatice hanıma alışamıyor.Okula ya
hiç gelmiyor,ya da gün ortasında kaçıp eve gidiyor.Öğretmen Hatice hanım bu durumdan çok şikayetçi,bir
süre sonra disiplinini bozduğu gerekçesiyle Samet'i sınıfına da kabul etmiyor.
Çingene Talat birkaç sınıf dolaşıyor,ama onlar da Samet' i istemiyorlar.Sonunda bizim sınıfa "terk" edip gitti...
Biz çok iyi arkadaş olduk,okuma yazmayı ilk önce biz söktük.Ders aralarında birlikte oynar,beraber ders çalışırdık.
Zamanla beni ocağına götürdü,Tabızkan Amcayı,Emine Teyzeyi, Çimey Ablayı tanıdım.Evlerinde sütlü tuzlu çayı,
bağırsak sorpasını (çorba) tattım.
At etli kuru fasulye olduğu zaman,Emine Teyze Samet'le haber yollardı,mutlaka giderdim.Kımız ve Tay ciğeri
yahnisi özel günlerimizin yemeğiydi.
Samet vasıtasıyla başka Kazak çocuklarla da tanıştım.Güçlü arkadaşlıklar kurduk.Turan,Büyük Kedi(Gani), Kayyum,
Eyüp, Cazgır Yaşar, Panço Samet aklıma gelenlerden bir kaçı.
Tabızkan Amca beni "oğulları" gibi severdi.Türkiye Türkçesi’ ni iyi konuşamazdı,benim de Kazakçam zayıftı,ama
anlaşırdık.Beynime öyle düşünceler tohumladı ki çok şükür,ben TÜRKÇÜYÜM.
Bir gün,evlerinin kapısında Samet'i bekliyorum.Yağmur çiseliyor.Tabızkan Amca o sıralar hasta yatağında,ama benim
kapıda beklediğimden haberi var.
Samet o esnada ayak yolundaymış,biraz gecikti galiba.Az sonra Tabızkan Amcanın bağırarak bir şey söylediğini işittim.
-Sameeet, bala esikte kalgan. Arkan tışıb otur musun? [Sameet, çocuk eşikte kaldı, urgan sıçıp oturuyor musun?]
Gençlik yılları,bazen hata da yapardık.Emine Teyze bize:
-Lağanat çoşkalar, sizge katın alıp bermeyim!.. der, kızardı. [Lanet domuzlar, sizi evlendirmeyeceğim]
Tabızkan Amca...Konutun uçmağ olsun.
Sağlıcakla kalınız…
02.09.2014
Yorum