Duyuru

Collapse
No announcement yet.

İKİYÜZLÜ OZON

Collapse
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
new posts

  • İKİYÜZLÜ OZON

    Fırtınadan sonra nefes almanız kolaylaşır. Hava açılır ve tertemiz olur. Bu yalnızca
    şiirsel bir anlatım değildir. Gök gürültüsü atmosferde ozon oluşumuna neden olur.
    Havayı temiz gösteren de bu gazdır.

    Ozon aslında oksijendir. Oksijen iki atomlu bir element iken, ozon molekülünde üç
    atom bulunur. O2 ve O3 ,oksijende bir eksik bir fazla atom olması bu kadar büyük
    bir farklılık oluşturabilir mi?
    Evet, çok büyük bir farklılık oluşturur: Ozon ve oksijen tümü ile ayrı maddelerdir.
    Oksijensiz yaşam olmaz. Öte yandan, yüksek konsantrasyonlu ozon tüm canlı
    varlıkları öldürebilir. Ozon, organik maddeler ile birleşirken onları hemen parçalar.
    Flor’dan sonraki en güçlü yükseltgendir. Altın ve platin dışındaki tüm
    metaller ozondan etkilenerek hızla oksitlerine dönüşürler.

    Kendisi ikiyüzlüdür! Bir yanıyla tüm canlı varlıkların katili, öteki yanıyla çeşitli
    yollardan yeryüzünde yaşamın sürmesini sağlayan bir maddedir. Bu çelişkinin
    açıklanması kolaydır. Güneş ışınları tek tip değildir. Morötesi olarak bilinen
    ışınları da kapsarlar. Eğer Güneş ışınlarının tümü yeryüzüne ulaşsaydı, Dünyada hiçbir canlı
    forma yaşam olanağı kalmazdı. Çünkü bu ışınlar yoğun bir enerji taşırlar ve
    canlı varlıklar için öldürücüdürler.


    Neyse ki, güneşin morötesi ışınlarının yalnızca çok küçük bir kısmı yeryüzüne
    ulaşabiliyor. Bunların çoğu yerden 20-30 km yükseklikteki atmosfer katmanında
    gücünü yitirir. Bu atmosfer katmanında, gezegenimizi saran hava tabakasının
    içindeki oksijen güneşin ultraviyole ışın etkisi ile ozona dönüşür. Şemosfer de
    denilen bu atmosfer tabakasının kalınlığı yaklaşık 50 km olup barındırdığı ozon
    güneşin morötesi ışınlarını çok büyük ölçüde soğurur, etkisiz hale getirir;
    atmosferi geçerek dünyaya ulaşabilen ışınlar artık canlıya zarar veremeyecek
    kadar zayıflamıştır.

    Öte yandan insanların yeryüzünde de ozona ihtiyaçları vardır, hem de çok miktarda.
    Başta kimyacılar olmak üzere tüm insanlar binlerce ve binlerce ton ozon
    kullanırlar. Kimya endüstrisi ozonun yükseltgen gücünü kullanmaktan pek hoşnuttur.

    Petrol endüstrisinde çalışanlar ozonun önünde saygı ile eğilmektedir. Çünkü; pek
    çok petrol yatağı kükürt içerir. Ham petrol aygıtları hızla paslandırdığı için büyük
    sorun yaratır. Bu tür petrolden ozon yardımı ile kükürt kolaylıkla uzaklaştırılır ve bu
    kükürt sülfürik asit üretimini iki, üç kat arttırır.

    İçme suyumuzu klor kullanarak dezenfekte eder içeriz. Bu zararsızdır, ancak tadı
    kaynak suyuna göre kötüdür. Klor yerine ozon kullanıldığında içme suyu hastalık
    yapan bakterilerden arındırıldığı gibi tadı da bozulmaz.

    Ozon, eski araba lastiklerini yeniler, dokumaları, selülozu ve pamuk ipliğini ağartır.
    Yapabildiği daha pek çok başka iş vardır. Bilim adamı ve mühendislerin yüksek
    kapasiteli endüstriyel ozon üretici tasarımlarıyla uğraşmalarının nedeni budur.

    14.06.2014

    Şaman TÜRKSOY

  • #2
    Ynt: İKİYÜZLÜ OZON

    Güzel bir bilgi daha öğrendik



    2009 INSIGNIA 4DR COS 16LET180HP M6 NAV CD500+FLEX+SR+19'' JANT+DERİ

    Yorum


    • #3
      Ynt: İKİYÜZLÜ OZON

      Hala düşünmeyecek misiniz?
      MEN AMENE BİL KADER EMİN-E MİNEL KEDER.

      Yâ Rab! Garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvanem, alîlem, âcizem, ihtiyarem, 
Bî-ihtiyarem, el'aman gûyem, afv cûyem, meded hâhem zidergâhet İlahî!

      Yorum


      • #4
        Ynt: İKİYÜZLÜ OZON

        Orjinal yazı sahibi: bilgecem
        Hala düşünmeyecek misiniz?
        Değerli Naci Bey, benim hanım köyünde (Erzurum) bir tabir vardır: Doluyu tarlaya davet etmek.
        Sanırım (öğretmen olduğunuza göre) ne anlama geldiğini biliyorsunuzdur. Şimdi, yanıt versem
        polemik doğdu diye ya mesajları silecekler, ya da konuyu kilitleyecekler.
        Bir yandan da 'söylesem tesiri yok, söylemesem yürek dayanmaz' diye düşünüyorum.
        Konuya katkınız olacaksa bir diyeceğim yok, buyurun yazın. Eğer 'beni aşar' diyorsanız,
        Bediüzzaman Said-i Kürdi hazretleri ünlü Risale-i Nur'unda bu konuya katkı yapacak neler
        anlatıyor? Tıpkı 'miraç' hadisesinde olduğu gibi merak ediyorum. Lütfen bizi bilgilendirir misiniz

        Yorum


        • #5
          Ynt: İKİYÜZLÜ OZON

          Orjinal yazı sahibi: Şaman TÜRKSOY
          Orjinal yazı sahibi: bilgecem
          Hala düşünmeyecek misiniz?
          Değerli Naci Bey, benim hanım köyünde (Erzurum) bir tabir vardır: Doluyu tarlaya davet etmek.
          Sanırım (öğretmen olduğunuza göre) ne anlama geldiğini biliyorsunuzdur. Şimdi, yanıt versem
          polemik doğdu diye ya mesajları silecekler, ya da konuyu kilitleyecekler.
          Bir yandan da 'söylesem tesiri yok, söylemesem yürek dayanmaz' diye düşünüyorum.
          Konuya katkınız olacaksa bir diyeceğim yok, buyurun yazın. Eğer 'beni aşar' diyorsanız,
          Bediüzzaman Said-i Kürdi hazretleri ünlü Risale-i Nur'unda bu konuya katkı yapacak neler
          anlatıyor? Tıpkı 'miraç' hadisesinde olduğu gibi merak ediyorum. Lütfen bizi bilgilendirir misiniz
          Bayılıyorum nezaketinize. Teşekkür ediyorum. söylemek istediğinizi anladım. size arada takılıyorum desem kızacaksınız. ben yazdıklarınızı okuyorum. kabul etmesem de bana katkısı oluyor. (bu konudaki bilimsel hakikatlar için değil genel olarak)

          Yazdığım cümle bir ayet meali. Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde, mealen, düşünmeyecek misiniz? hala düşünmüyor musunuz? tarzında ayetler vardır. bu ayetler ve benzerleri insan oğluna kainatın yaradılışındaki Rabbani hikmetleri düşünmeyi emreder. Dikkat buyurunuz; EMREDER.

          aslında bu sizin açtığınız iki konu İslam literatüründe "tefekkür" ibadeti denilen ve Efendimiz (s.a.s.)'in "bir saati bin sene nafileden efdaldir" buyurduğu bir ibadete kapı açan meselelerden bahsediyor.

          Aslında çevresine ibret nazarıyla bakan her insan, okuyan, araştıran her insan sadece bahsettiğiniz Ozon maddesinin yapısına ve miktarına değil kainattaki her mevcudun intizamlı olduğunu görür.
          Bir yerdeki düzen ve intizam elbette bir ilim ve irade sonucudur. karmakarışık tesadüfler intizam sağlayamaz. elbette kainat gibi bir muhteşem memleketin intizamı, kudreti nihayetsiz bir Zât'ın (c.c.) eseridir. Ki; biz bütün kainatı yaratan ve kabza-i tasarrufunda tutan O Zat'a Allah der ve yalnızca O'na ibadet ederiz.

          Ben yazınızı okudum ve bana : BU DÜZEN KENDİ KENDİNE OLAMAZ, dedirtti.

          Said Kürdi Hazretlerine gelince; Onun bütün hayatı çağımızın bilimsel gelişmelerle aklı karışmış insanlarına aslında bilimin Allah inancına daha kuvvetli deliller getirdiğini isbat etmek için geçmiştir. Bunu sağlamak içinde Kur'an'dan aldığı dersle, insanların ülfet (alışkanlık) perdesini yırtmak için hep yakın çevrelerinden örnekler vermiştir. Örneğin aşağıda paylaşacağım küçük kısım gibi:



          Meyve Risâlesinden Altıncı Mesele


          Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar," dediler.

          Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsusuyla, mütemâdiyen Allah'tan bahsedip, Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

          Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczahâne ki, her kavanozunda hârika ve hassas mîzanlarla alınmış hayattar mâcunlar ve tiryaklar var. Şüphesiz, gayet maharetli ve kimyâger ve hakîm bir eczâcıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahânesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvanât kavanozlarındaki zîhayat mâcunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczahâneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyâsıyla küre-i arz eczahâne-i kübrâsının eczâcısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hattâ kör gözlere de gösterir, tanıttırır.

          Hem, meselâ, nasıl bir hârika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor; şeksiz, bir fabrikatörü ve maharetli bir makinisti tanıttırır. Öyle de, küre-i arz denilen yüz binler başlı, her başında yüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbâniye, ne derece bu insan fabrikasından büyükse, mükemmelse, o derecede, okuduğunuz fenn-i makine mikyâsıyla, küre-i arzın ustasını ve sahibini bildirir ve tanıttırır.

          Hem meselâ, nasıl ki gayet mükemmel, bin bir çeşit erzak, etrafından celb edip içinde muntazaman istif ve ihzâr edilmiş depo ve iâşe ambarı ve dükkân, şeksiz bir fevkalâde iâşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir. Öyle de, bir senede, yirmi dört bin senelik bir dairede muntazaman seyahat eden; ve yüz binler ve ayrı ayrı erzak isteyen tâifeleri içine alan; ve seyahatıyla mevsimlere uğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrı taamlarla doldurarak, kışta erzakı tükenen bîçare zîhayatlara getiren; ve küre-i arz denilen bu Rahmânî iâşe ambarı ve bir sefine-i Sübhâniye ve bin bir çeşit cihazâtı ve malları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkân-ı Rabbânî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise, okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i iâşe mikyâsıyla, o katiyette ve o derecede, küre-i arz deposunun Sahibini, Mutasarrıfını, Müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir

          Hem, nasıl ki dört yüz bin millet, içinde bulunan ve her milletin istediği erzakı ayrı ve istimâl ettiği silâhı ayrı ve giydiği elbisesi ayrı ve tâlimâtı ayrı ve terhisâtı ayrı olan bir ordunun mu'cizekâr bir kumandanı, tek başıyla bütün o ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzaklarını ve çeşit çeşit eslihâlarını ve elbiselerini ve cihazâtlarını, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak verdiği o acîb ordu ve ordugâh, şüphesiz, bedâhetle, o hârika kumandanı gösterir, takdirkârâne sevdirir. Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhında ve her baharda yeniden silâh altına alınmış bir yeni ordu-yu Sübhânîde, nebâtât ve hayvanât milletlerinden dört yüz bin nevin çeşit çeşit elbise, erzak, eslihâ, tâlim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak birtek kumandan-ı âzam tarafından verilen küre-i arzın bahar ordugâhı, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhından büyük ve mükemmel ise, sizin okuyacağınız fenn-i askerî mikyâsıyla dikkatli ve aklı başında olanlara o derece küre-i arzın Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdesini hayretler ve takdîslerle bildirir ve tahmîd ve tesbihle sevdirir.

          Hem nasıl ki, bir hârika şehirde, milyonlar elektrik lâmbaları, hareket ederek her yeri gezerler; yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedâhetle, elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştiâl maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir. Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları-bir kısmı, kozmoğrafyanın dediğine bakılsa-küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa süratli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyâde büyük ve bir milyon seneden ziyâde yaşayan ve bir misafirhâne-i Rahmâniyede bir lamba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, hergün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki, sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen; ve beraber çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri, ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir, o derecede, sizin okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i elektrik mikyâsıyla, bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini o nurânî yıldızları şâhid göstererek tanıttırır, tesbihâtla, takdîsâtla sevdirir, perestiş ettirir.

          Hem meselâ, nasıl ki bir kitap bulunsa ki, bir satırında bir kitap ince yazılmış; ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur'âniye yazılmış. Gayet mânidar ve bütün meseleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde maharetli ve iktidarlı gösteren bir acîb mecmûa, şeksiz, gündüz gibi, kâtip ve musannifini kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır, -1- cümleleriyle takdir ettirir; aynen öyle de, bu kâinat kitâb-ı kebîri ki, birtek sayfası olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda üç yüz bin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üç yüz bin nebâtî ve hayvanî tâifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatâsız, karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel, muntazam ve bâzan ağaç gibi bir kelimede bir kasîdeyi ve çekirdek gibi bir noktada bir kitâbın tamam bir fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmûa-i kâinat ve bu mücessem Kur'ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misâldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede, sizin okuduğunuz fenn-i hikmetü'l-eşya ve mektepte bilfiil mübâşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitâbet, geniş mikyaslarıyla ve durbîn gözleriyle bu kitâb-ı kâinatın Nakkaşını, Kâtibini hadsiz kemâlâtıyla tanıttırır, -2- cümlesiyle bildirir, -3- takdîsiyle tarif eder, -4- senâlarıyla sevdirir.

          İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünûndan herbir fen, geniş mikyâsıyla ve hususi aynasıyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla, bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmâsıyla bildirir; sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır. İşte, bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdâniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân, çok tekrar ile, en ziyâde -5- ve -6- âyetleriyle Hâlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektepli gençlere dedim. Onlar dahi tamamıyla kabul edip tasdik ederek, "Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî ve ayn-ı hakikat bir ders aldık. Allah senden râzı olsun" dediler.

          Ben de dedim:

          İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî, mânevî düşmanları ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemâdiyen zevâl ve firâk tokatlarını yiyen bir bîçare mahlûk iken, birden İmân ve ubûdiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip, bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcâtına medâr bir nokta-i istimdâd bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir Padişaha İmân ile intisap etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin idâm ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse, ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirâne iftihar edebilir, kıyas ediniz.



          MEN AMENE BİL KADER EMİN-E MİNEL KEDER.

          Yâ Rab! Garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvanem, alîlem, âcizem, ihtiyarem, 
Bî-ihtiyarem, el'aman gûyem, afv cûyem, meded hâhem zidergâhet İlahî!

          Yorum


          • #6
            Ynt: İKİYÜZLÜ OZON

            Orjinal yazı sahibi: bilgecem
            Orjinal yazı sahibi: Şaman TÜRKSOY
            Orjinal yazı sahibi: bilgecem
            Hala düşünmeyecek misiniz?
            Değerli Naci Bey, benim hanım köyünde (Erzurum) bir tabir vardır: Doluyu tarlaya davet etmek.
            Sanırım (öğretmen olduğunuza göre) ne anlama geldiğini biliyorsunuzdur. Şimdi, yanıt versem
            polemik doğdu diye ya mesajları silecekler, ya da konuyu kilitleyecekler.
            Bir yandan da 'söylesem tesiri yok, söylemesem yürek dayanmaz' diye düşünüyorum.
            Konuya katkınız olacaksa bir diyeceğim yok, buyurun yazın. Eğer 'beni aşar' diyorsanız,
            Bediüzzaman Said-i Kürdi hazretleri ünlü Risale-i Nur'unda bu konuya katkı yapacak neler
            anlatıyor? Tıpkı 'miraç' hadisesinde olduğu gibi merak ediyorum. Lütfen bizi bilgilendirir misiniz
            Bayılıyorum nezaketinize. Teşekkür ediyorum. söylemek istediğinizi anladım. size arada takılıyorum desem kızacaksınız. ben yazdıklarınızı okuyorum. kabul etmesem de bana katkısı oluyor. (bu konudaki bilimsel hakikatlar için değil genel olarak)

            Yazdığım cümle bir ayet meali. Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde, mealen, düşünmeyecek misiniz? hala düşünmüyor musunuz? tarzında ayetler vardır. bu ayetler ve benzerleri insan oğluna kainatın yaradılışındaki Rabbani hikmetleri düşünmeyi emreder. Dikkat buyurunuz; EMREDER.

            aslında bu sizin açtığınız iki konu İslam literatüründe "tefekkür" ibadeti denilen ve Efendimiz (s.a.s.)'in "bir saati bin sene nafileden efdaldir" buyurduğu bir ibadete kapı açan meselelerden bahsediyor.

            Aslında çevresine ibret nazarıyla bakan her insan, okuyan, araştıran her insan sadece bahsettiğiniz Ozon maddesinin yapısına ve miktarına değil kainattaki her mevcudun intizamlı olduğunu görür.
            Bir yerdeki düzen ve intizam elbette bir ilim ve irade sonucudur. karmakarışık tesadüfler intizam sağlayamaz. elbette kainat gibi bir muhteşem memleketin intizamı, kudreti nihayetsiz bir Zât'ın (c.c.) eseridir. Ki; biz bütün kainatı yaratan ve kabza-i tasarrufunda tutan O Zat'a Allah der ve yalnızca O'na ibadet ederiz.

            Ben yazınızı okudum ve bana : BU DÜZEN KENDİ KENDİNE OLAMAZ, dedirtti.

            Said Kürdi Hazretlerine gelince; Onun bütün hayatı çağımızın bilimsel gelişmelerle aklı karışmış insanlarına aslında bilimin Allah inancına daha kuvvetli deliller getirdiğini isbat etmek için geçmiştir. Bunu sağlamak içinde Kur'an'dan aldığı dersle, insanların ülfet (alışkanlık) perdesini yırtmak için hep yakın çevrelerinden örnekler vermiştir. Örneğin aşağıda paylaşacağım küçük kısım gibi:



            Meyve Risâlesinden Altıncı Mesele


            Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar," dediler.

            Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsusuyla, mütemâdiyen Allah'tan bahsedip, Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

            Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczahâne ki, her kavanozunda hârika ve hassas mîzanlarla alınmış hayattar mâcunlar ve tiryaklar var. Şüphesiz, gayet maharetli ve kimyâger ve hakîm bir eczâcıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahânesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvanât kavanozlarındaki zîhayat mâcunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczahâneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyâsıyla küre-i arz eczahâne-i kübrâsının eczâcısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hattâ kör gözlere de gösterir, tanıttırır.

            Hem, meselâ, nasıl bir hârika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor; şeksiz, bir fabrikatörü ve maharetli bir makinisti tanıttırır. Öyle de, küre-i arz denilen yüz binler başlı, her başında yüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbâniye, ne derece bu insan fabrikasından büyükse, mükemmelse, o derecede, okuduğunuz fenn-i makine mikyâsıyla, küre-i arzın ustasını ve sahibini bildirir ve tanıttırır.

            Hem meselâ, nasıl ki gayet mükemmel, bin bir çeşit erzak, etrafından celb edip içinde muntazaman istif ve ihzâr edilmiş depo ve iâşe ambarı ve dükkân, şeksiz bir fevkalâde iâşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir. Öyle de, bir senede, yirmi dört bin senelik bir dairede muntazaman seyahat eden; ve yüz binler ve ayrı ayrı erzak isteyen tâifeleri içine alan; ve seyahatıyla mevsimlere uğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrı taamlarla doldurarak, kışta erzakı tükenen bîçare zîhayatlara getiren; ve küre-i arz denilen bu Rahmânî iâşe ambarı ve bir sefine-i Sübhâniye ve bin bir çeşit cihazâtı ve malları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkân-ı Rabbânî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise, okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i iâşe mikyâsıyla, o katiyette ve o derecede, küre-i arz deposunun Sahibini, Mutasarrıfını, Müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir

            Hem, nasıl ki dört yüz bin millet, içinde bulunan ve her milletin istediği erzakı ayrı ve istimâl ettiği silâhı ayrı ve giydiği elbisesi ayrı ve tâlimâtı ayrı ve terhisâtı ayrı olan bir ordunun mu'cizekâr bir kumandanı, tek başıyla bütün o ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzaklarını ve çeşit çeşit eslihâlarını ve elbiselerini ve cihazâtlarını, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak verdiği o acîb ordu ve ordugâh, şüphesiz, bedâhetle, o hârika kumandanı gösterir, takdirkârâne sevdirir. Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhında ve her baharda yeniden silâh altına alınmış bir yeni ordu-yu Sübhânîde, nebâtât ve hayvanât milletlerinden dört yüz bin nevin çeşit çeşit elbise, erzak, eslihâ, tâlim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak birtek kumandan-ı âzam tarafından verilen küre-i arzın bahar ordugâhı, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhından büyük ve mükemmel ise, sizin okuyacağınız fenn-i askerî mikyâsıyla dikkatli ve aklı başında olanlara o derece küre-i arzın Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdesini hayretler ve takdîslerle bildirir ve tahmîd ve tesbihle sevdirir.

            Hem nasıl ki, bir hârika şehirde, milyonlar elektrik lâmbaları, hareket ederek her yeri gezerler; yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedâhetle, elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştiâl maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir. Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları-bir kısmı, kozmoğrafyanın dediğine bakılsa-küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa süratli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyâde büyük ve bir milyon seneden ziyâde yaşayan ve bir misafirhâne-i Rahmâniyede bir lamba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, hergün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki, sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen; ve beraber çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri, ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir, o derecede, sizin okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i elektrik mikyâsıyla, bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini o nurânî yıldızları şâhid göstererek tanıttırır, tesbihâtla, takdîsâtla sevdirir, perestiş ettirir.

            Hem meselâ, nasıl ki bir kitap bulunsa ki, bir satırında bir kitap ince yazılmış; ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur'âniye yazılmış. Gayet mânidar ve bütün meseleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde maharetli ve iktidarlı gösteren bir acîb mecmûa, şeksiz, gündüz gibi, kâtip ve musannifini kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır, -1- cümleleriyle takdir ettirir; aynen öyle de, bu kâinat kitâb-ı kebîri ki, birtek sayfası olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda üç yüz bin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üç yüz bin nebâtî ve hayvanî tâifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatâsız, karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel, muntazam ve bâzan ağaç gibi bir kelimede bir kasîdeyi ve çekirdek gibi bir noktada bir kitâbın tamam bir fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmûa-i kâinat ve bu mücessem Kur'ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misâldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede, sizin okuduğunuz fenn-i hikmetü'l-eşya ve mektepte bilfiil mübâşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitâbet, geniş mikyaslarıyla ve durbîn gözleriyle bu kitâb-ı kâinatın Nakkaşını, Kâtibini hadsiz kemâlâtıyla tanıttırır, -2- cümlesiyle bildirir, -3- takdîsiyle tarif eder, -4- senâlarıyla sevdirir.

            İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünûndan herbir fen, geniş mikyâsıyla ve hususi aynasıyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla, bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmâsıyla bildirir; sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır. İşte, bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdâniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân, çok tekrar ile, en ziyâde -5- ve -6- âyetleriyle Hâlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektepli gençlere dedim. Onlar dahi tamamıyla kabul edip tasdik ederek, "Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî ve ayn-ı hakikat bir ders aldık. Allah senden râzı olsun" dediler.

            Ben de dedim:

            İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî, mânevî düşmanları ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemâdiyen zevâl ve firâk tokatlarını yiyen bir bîçare mahlûk iken, birden İmân ve ubûdiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip, bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcâtına medâr bir nokta-i istimdâd bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir Padişaha İmân ile intisap etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin idâm ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse, ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirâne iftihar edebilir, kıyas ediniz.



            Çok değişik bişeymiş hiç bu açıdan düşünmemiştim. Gerçi dili biraz ağır zor anlaşılıyor ama mana olarak çok farklı geldi bana naci bey. Teşekkürler.
            Mondeo 2.0 Ecoboost 240 Bg Selective

            Yorum


            • #7
              Ynt: İKİYÜZLÜ OZON

              "...Ozon, eski araba lastiklerini yeniler..."

              Bu ifadede bir hata olduğunu düşünüyorum. Sanırım bir tercüme hatasıdır.
              Çünkü, Ozon organik bileşiklerin kimyasal yapılarına hızla nüfuz eden ve
              onları parçalayan (okside eden) bir özelliğe sahip. Otomobil lastikleri organik(kauçuk)
              ve metalik (çelik omuz kuşakları) yapıya dayandığına göre, nasıl olur da eski araba
              lastiklerini tamir eder? Galiba şöyle oluyor, eski lastikleri pert edip yeni lastik alınmasını
              ve dolayısıyla 'yenilenme' işini sağlıyor.

              Yorum

              İşleniyor...
              X