Çocuk Cıvıltısı'nı özel ve değerli kılan Bilgecem'e (Naci Bey) ithaf olunur
1990 yılının başında Yeminli Mali Müşavir Kudret Fikirli'nin yanında yardımcı eleman olarak çalışmaya başlamıştım.
O dönemlerde YMM tasdikine tabi olan konular çok çeşitli olmakla beraber biz -ağırlıklı olarak- İhracat İstisnası
kapsamında Katma Değer Vergisi İadesi Tastik Raporları üzerinde çalışıyorduk. Kudret Bey Konyalıydı ve orada
geniş bir çevresi vardı. Örneğin Özkaymak Gurubu,Tayaş Gurubu, Yeğin Kardeşler, Jantsan vb .
Bu şirketlerden biri olan Yeğinler Dış Ticaret AŞ, Fas,Cezayir, Tunus gibi ülkelere otomotiv yedek parçası ihraç
ediyordu ve bizim mükellefimizdi. Bu ihracattan doğan KDV iadesi için incelemeler yapıyor ve rapor hazırlıyordum.
Bu yüzden sık sık Konya'ya gidiyordum. Yolculuk için otobüs yerine, Meram Ekspresi'nin Haydarpaşa'dan 19:40'da
hareket eden yataklı/yemekli vagonlarını tercih ediyordum.Böylece 725 km yolu yata kalka, uykusuz kalmadan
kat edip ertesi gün 08:40'da Konya'ya ulaşıyordum. Özkaymak Park Otel'de yerleşiyor, birkaç gün içinde işimi
bitirip yine Meram Ekspresi ile dönüyordum.
1993 yılının ocak ayında, yine böyle bir iş seyahati için Haydarpaşa Garı'ndan Meram Ekspresi'ne bindim.
Valizimi vagona bırakarak akşam yemeği için yemekli vagona geçtim, iki duble rakı eşliğinde yemeğimi bitirdiğimde
saat 21:30 olmuştu bile. Çakır keyif vagona geldim, yanımda getirdiğim 'Balık İzlerinin Sesi'* adlı kitabı okumak üzere
ranzaya uzandım. Henüz sekiz on sahife bile okumamıştım ki bitişik vagondan yüksek sesle rahatsız edici bir şekilde
konuşma, gülüşme sesleri gelmeye başladı. Önce aldırış etmemeye çalışarak okumaya devam etsem de bir süre sonra
-ister istemez- konuşmalara kulak misafiri oldum.
Konuşmalardan anlaşılıyordu ki bitişik vagonda evli bir çift ve yedi sekiz aylık olduğunu tahmin ettiğim bir kız çocuk var.
Çiftler birbirine gayet nazik davranıyorlar, karşılıklı iltifat ediyorlar, belli ki bebeklerini de pek seviyorlar. Adeta bir altın topla
oynar gibi onu birbirlerine atıp tutuyorlar. Veletin de öyle hoşuna gidiyor ki kahkahası sanki yanımda gibi duyuluyor
Bu halin ne kadar sürdüğünü bilmiyorum, çünkü o vaveyla içinde uykuya dalıp gitmişim...
Gecenin bir vakti, saat kaç bilmiyorum; bir patırtı kütürtü ile uyandım ki yandaki vagonda kıyamet kopuyor. Bağırmalar,
çağırmalar, çocuk ağlaması; akşam birbirlerine iltifatta yarışan çift gitmiş, yerine başkaları gelmiş, küfür kafir kırla gidiyor.
Neden sonra anladım ki bebek uyumuyor, bir derdi var ve sürekli ağlıyor. Bütün çabasına rağmen annesi onu avutup uyutamıyor.
Kadıncağızın artık sabrı tükenmiş olmalı ki bir ara şöyle dediğini işittim: Vallahi pencereyi açıp seni aşağı atacağım!
Durdum, düşündüm; akşamki manzaraya baaak, şimdi olanlara kıyas et! Ve dedim ki Allah kimseyi bunaltmasın;ama önce can, sonra canan
*Buket Uzuner'in bu romanı daha sonra Yunus Nadi Ödülü'ne layık görüldü.
Okuma fırsatı bulursanız, kaçırmayın derim
1990 yılının başında Yeminli Mali Müşavir Kudret Fikirli'nin yanında yardımcı eleman olarak çalışmaya başlamıştım.
O dönemlerde YMM tasdikine tabi olan konular çok çeşitli olmakla beraber biz -ağırlıklı olarak- İhracat İstisnası
kapsamında Katma Değer Vergisi İadesi Tastik Raporları üzerinde çalışıyorduk. Kudret Bey Konyalıydı ve orada
geniş bir çevresi vardı. Örneğin Özkaymak Gurubu,Tayaş Gurubu, Yeğin Kardeşler, Jantsan vb .
Bu şirketlerden biri olan Yeğinler Dış Ticaret AŞ, Fas,Cezayir, Tunus gibi ülkelere otomotiv yedek parçası ihraç
ediyordu ve bizim mükellefimizdi. Bu ihracattan doğan KDV iadesi için incelemeler yapıyor ve rapor hazırlıyordum.
Bu yüzden sık sık Konya'ya gidiyordum. Yolculuk için otobüs yerine, Meram Ekspresi'nin Haydarpaşa'dan 19:40'da
hareket eden yataklı/yemekli vagonlarını tercih ediyordum.Böylece 725 km yolu yata kalka, uykusuz kalmadan
kat edip ertesi gün 08:40'da Konya'ya ulaşıyordum. Özkaymak Park Otel'de yerleşiyor, birkaç gün içinde işimi
bitirip yine Meram Ekspresi ile dönüyordum.
1993 yılının ocak ayında, yine böyle bir iş seyahati için Haydarpaşa Garı'ndan Meram Ekspresi'ne bindim.
Valizimi vagona bırakarak akşam yemeği için yemekli vagona geçtim, iki duble rakı eşliğinde yemeğimi bitirdiğimde
saat 21:30 olmuştu bile. Çakır keyif vagona geldim, yanımda getirdiğim 'Balık İzlerinin Sesi'* adlı kitabı okumak üzere
ranzaya uzandım. Henüz sekiz on sahife bile okumamıştım ki bitişik vagondan yüksek sesle rahatsız edici bir şekilde
konuşma, gülüşme sesleri gelmeye başladı. Önce aldırış etmemeye çalışarak okumaya devam etsem de bir süre sonra
-ister istemez- konuşmalara kulak misafiri oldum.
Konuşmalardan anlaşılıyordu ki bitişik vagonda evli bir çift ve yedi sekiz aylık olduğunu tahmin ettiğim bir kız çocuk var.
Çiftler birbirine gayet nazik davranıyorlar, karşılıklı iltifat ediyorlar, belli ki bebeklerini de pek seviyorlar. Adeta bir altın topla
oynar gibi onu birbirlerine atıp tutuyorlar. Veletin de öyle hoşuna gidiyor ki kahkahası sanki yanımda gibi duyuluyor
Bu halin ne kadar sürdüğünü bilmiyorum, çünkü o vaveyla içinde uykuya dalıp gitmişim...
Gecenin bir vakti, saat kaç bilmiyorum; bir patırtı kütürtü ile uyandım ki yandaki vagonda kıyamet kopuyor. Bağırmalar,
çağırmalar, çocuk ağlaması; akşam birbirlerine iltifatta yarışan çift gitmiş, yerine başkaları gelmiş, küfür kafir kırla gidiyor.
Neden sonra anladım ki bebek uyumuyor, bir derdi var ve sürekli ağlıyor. Bütün çabasına rağmen annesi onu avutup uyutamıyor.
Kadıncağızın artık sabrı tükenmiş olmalı ki bir ara şöyle dediğini işittim: Vallahi pencereyi açıp seni aşağı atacağım!
Durdum, düşündüm; akşamki manzaraya baaak, şimdi olanlara kıyas et! Ve dedim ki Allah kimseyi bunaltmasın;ama önce can, sonra canan
*Buket Uzuner'in bu romanı daha sonra Yunus Nadi Ödülü'ne layık görüldü.
Okuma fırsatı bulursanız, kaçırmayın derim
Yorum