Duyuru

Collapse
No announcement yet.

GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

Collapse
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
new posts

  • GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

    [i][b]ÇANAKKALE GELİBOLU ŞEHİTLİĞİ

    DUR YOLCU
    Bilmeden Gelip Bastığın
    Bu Toprak
    Bir Devrin Battığı Yerdir.

    Atalarımızın,Elleri öpülesi Şehitlerimizin Nur içinde yattığı,bizleri bu günlerimize bu topraklar üzerinde hiç bir sömürge altında olmadan hiç bir devletin altında kalmadan
    yaşamamıza ve özgürlük nedir Hürriyet nedir Bayrak nedir bu değerlerin anlamlarına anlam katarak bizlere emanet ettikleri,her tarafında her köşesinde bir zafer olan
    Şehitlerimizin kanları ile sulanmış ülkemizin en güzel köşesi Gelibolu Şehitliği...

    Mutlaka Gidilip görülmesi duaların eksik edilmemesi gereken güzel ülkemin Cennet köşelerinden bir Burası Cennet olana kadar kaç kere Cehennemi yaşamış onuda o toprakların üzerinde gezerken hissedeceksiniz.
    Bir Kardeşiniz abiniz olarak elimden geldiğince Fotoğraf makinamın hafızası yettiği kadar her köşesinin resmini paylaşmak istedim en azından gidemeyip göremeyenler için azda olsa bu güzelliği yaşamak için imkan olacaktır diye.





















    sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,
    gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.

    tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana...
    yine birşey yapabildim diyemem hâtırana.

    ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,
    Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

    Mehmet Akif Ersoy.


    BİSMİLLAHİRRAHMANIRRAHİM

    "Allah Yolunda Şehit olanlara
    "Ölüler" Demeyin.
    Bilakis Onlar Diridirler.
    Fakat Siz Anlamazsınız."

    Bakara Suresi. Ayet : 154

    "Şehitler
    Allah'dan Şunu İsteyecekler :
    Ya Rabbi Bizi Dünyaya Tekrar Gönder
    Ve Senin uğrunda Bir Kere Daha
    Şehit Olalım"

    "HADİS-İ ŞERİF"



























    MEÇHUL ASKER ANITI

    Çanakkale Savaşları sırasında bir Anzak askeri tarafından Gelibolu Yarımadasın’dan Avustralya’ya götürülen Türk askerine ait kafatası Avustralya Hükümetince 10 Mart 2003 günü Türk makamlarına teslim edilmiş ve 18 Mart 2003 günü buraya defnedilmiştir.



































































    Arkadaşlarına verdiği emir şöyleydi ;
    Burda taş taş üstüne koymayacak şekilde bombalayacaklar tepemizden aşağıya kurşun yağdıracaklar en yakın arkadaşınız vurulsa , şehit düşse bile bir tane kurşun sıkmayacaksınız bizim hayatta olduğumuzu onları beklediğimizi bilmeyecekler dedikten sonra dediği gibide oldu,
    Düşman gemisinden müthiş bir ateş açıldı ve en sonunda toprakların temiz olduğuna kanaat getiren gemi komutanı mürettabatına "Artık bu topraklar temiz Bir tane bile Türk kalmadı gönül rahatlığı ile çıkabilirsiniz karaya " diyerek Askerlerine birer kadeh şarap ikram etmeyide ihmal etmedi.

    Gemilerin kapıları acıldığında ve askerler rahat bir şekilde topraklara ayak basmak için dubaların üzerine i,ndiklerinde ise işte o an Cehennemi yaşadıkalrı andı Ezineli Yahya Çacuş ve arkadaşları sağanaktan boşalırcasına kurşun yağdırmaya başlamışlardı ve o anda Deniz kıydıan 30 metreye kadar
    kan kırmızı olmuştu 10 saat boyunca düşmanla kanlarının son damlasına akdar çatıştı bu şanlı askerler...

    EZİNELİ YAHYA ÇAVUŞ


    18 Mart 1915′te Dünyanın en büyük birleşik donanması ile saldırıp, deniz yolu ile Çanakkale Boğazı’nı geçemeyeceğini anlayan düşman, deniz destekli kara harekatı yapmaya karar verdi.

    İtilaf devletleri, 25 Nisan 1915 sabahı yarım adanın bu civardaki beş bölgesine aynı anda çıkarma yapmayı planladı. Sabahın alaca karanlığında Seddülbahir köyü sahili, donanmanın yoğun bombardımanı altında 2000′i aşkın düşman askerinin Albion ve Riber gemilerinden karaya çıkma mücadelesine sahne oldu.

    Yarımadanın uç kısmının kıyı savunması 9.tümene ait olup, komutanı Albay Halil Bey idi. 25 ve 26. Alaylardan oluşan bu tümenin iki günlük kaybı, 10 subay ve 1897 erin şehâdetidir.

    26.alay ve 3.taburda görev yapan Yahya Çavuş’un tabur komutanı Binbaşı Mahmut Sabri’dir. Yahya Çavuş 10.Bölük’ün sağ kanadında 5 mangadan oluşan bir takımla (toplam 63) Ertuğrul Koy’unda Gözcü Baba ve Aytepe’ye saldıran düşman birliklerini bu bölgede 10 saat süreyle durdurmayı başarmıştır.

    Arkadaşlarının büyük bir kısmının şehit olmasına rağmen, düşmanı sahilde durduran bu kahraman takımdan sağ kalanlarla beraber Yahya Çavuş, yaralanan bacağını tüfeğinin kayışı ile bağlayıp, Alçıtepe bölgesine çekilmiş ve aynı bölgede şehit olmuştur.

    Yüce kahramanları minnetle anıyoruz.


    YAHYA ÇAVUŞ’UN TAKIMI

    Çanakkale Savaşları’nda 1.Takım Komutanı Ezineli Yahya Çavuş’tu. Kıyıdaki siperlere gelip yerleştiği 2 gün boyunca, siperleri ve tel örgüleri yeniden onarmış, görevinin başarılması için talim ve provalar dahi yapmıştı. Birliğinin sağ gerisinde Aytepe, geride Ertuğrul Tabyası harabesi, solda ise Harap Kale bulunuyordu. Taburdan gelen emir şöyle idi: “ Düşmanın atılması hareketinde acele edilmeyip, kayık ve şalupalar sahile iki üçyüz metre yanaştıktan sonra şiddetle ateş açılacaktır.

    “ Yahya Çavuş ve arkadaşları bu emre uyarak yaklaşmakta olan düşmanı yerlerinden kımıldamadan bekliyorlardı. Düşman buna aldanarak saat 06.00 ‘da 5’ er dizi halinde ve 20 filika ile kıyıya iyice yanaşmıştı ki 10. Bölükten ve 1. Takımdan beklemedikleri bir anda şiddetli bir tüfek atışı yemeye başladı. • Ölü sessizlik bir anda bozuluverdi. Mehmetçik, intikam alma çağının geldiğini anlamış, haykıran ve çırpınan insanlarla dolu olan filikalara, arkadaşlarının acısını çıkartırcasına veryansın ediyordu. Yakın mesafeden açılan bu ateş adeta makineli tüfek etkisi yaratmıştı. Aslında ellerinde sadece piyade tüfeklerinden başka bir silahları da yoktu. Son dakikaya kadar ateş disipline uyarak, çıkarma birliğinin tam zamanda avlamışlardı. İrlanda Taburunun hücum dalgası üzerine bir afet gibi çöken Türk ateşi, bütün düzenlerini bir anda altüst ederek onları bozguna uğratmıştı. Bazı filikalardaki, bütün subay ve erler ölmüş ya da yaralanmıştı. İd****iz ve yönetimsiz kalan filikalar akıntıya kapılıp sürüklenmeye başlamışlardı. Can havliyle kendilerini suya atmaya çalışan düşman askerleri ya boğuluyorlar ya da vuruluyorlardı. Kıyıya ayak basmayı başaran küçük bir grubun hali daha perişan görünüyordu. Sağa sola sığınmak için kaçışırlarken, yedikleri ateşle kumsala düşüp kalıyorlardı. Yahya Çavuş bir avuç kalmış arkadaşı ile bulunduğu yerden bir direnişle düşmanı biçmeye devam ediyordu. 10. Bölük çektiği acıyı bu taburdan çıkarmış, koy bir anda cesetlerle dolmuştu. Durgun mavi sular, pembemsi bir renk almış bir saat içinde bir düşman taburu imha edilmişti. 10. Bölük bire yirmibeş üstünlükteki düşmanı ilk raundda yenmişti. İngilizler şaşkın ve anlamsız bakışlarla birbirlerini süzüyorlardı.
    Tahta At Oyunu saat 09.30’a kadar bir kaç kez tekrarlayarak bir taburluk İngiliz birliğini de sahile sürmelerine rağmen, 10.bölüğün ve bir mangalık kuvveti kalmış olan Yahya Çavuş’un keskin nişancı ekiplerince durdurularak yok edilmişlerdi. HER YER CESETLERLE DOLUYDU Gemiden sarkan ranpalar, merdivenler, dubaların üstü, lumbarağızları cesetlerle doluydu. “River Ciyde Harekatı” iflas etmişti. Birkaç saatlik harekat sonunda İngiliz ve İrlanda hassa taburlarının subaylarından pek çoğu ölmüş, her iki taburda yüzde yetmiş zayiat vererk savaş dışı kalmışlardı. Kıyıya ancak 200’ e yakın bir düşman askeri can kaygısı ile sığınmayı başarabilmişti. İngilizlerin şaşkınlığı henüz geçmemişti. Zira 25 Nisan Günü Ertuğrul Koyu ‘ ndaki Türk savunması üzerinde yalnız donanma 4650 atımlık mermi kullanmıştı ki, bu akla durgunluk verecek bir rakamdı. 18 Mart Günü Türk müstahkem mevkii topçusunun İngiliz ve Fransız filolarına karşı kullandığı mermi sayısının iki katıydı bu. İngilliz Harp Tarihi Ertuğrul Koyu’na yapılan ilk çıkarma sırasındaki bu olayı şöyle anlatır: ...Türk Savunması son dakikaya kadar sanki terk edilmiş hissini veriyordu. Fakat “ River Ciyde “ gemisinin karaya oturması ile İrlanda Taburunu taşıyan nakliyelerin kıyıya birkaç metre yaklaştığı sırada birden bire sanki bir cehennem boşandı. Bu ateş kasırgası kıyılara sokulmuş olan nakliyelerin üzerinden limanın durgun sularına birlerce kamçı ile dövüyormuş gibiydi. İlk dakikalardan itibaren sanki kıran girmişcesine zayiata uğratıldı. Hafif hafif kıyıları yalayan dalgacıklar kana boyanmıştı. ...Karaya çıkmak için yapılan herhangi bir harekete karşı ateşler derhal o noktada toplanıyordu. Türklerin ateş disiplinleri cidden hayrete şayandı. ...

    Ertuğrul Koyu’na yapılan çıkış hareketi işte bu şekilde ve saat 09.00 dan biraz sonra kesin olarak durduruldu. Lutufkâr kum settinin arkasına sığınarak hayatta kalabilenlerin kıpırdanacak halde değillerdi. “ River Ciyde “ kömür gemisindeki diğer bir kişi de Teke Koyu’ndan yapılacak başarılı bir hareketin Türk Savunmasını kuşatmak ihtimalini veyahut havanın kararmasına kadar gemide mahpus kalmışlardı. ...25 Nisan’da Güney‘deki Türkler bir zafer kazanacak sayıda değillerdi. Fakat komutanlarının azmi onlara çok önemli yararlar sağladı. Seddülbahir ‘deki küçücük Türk Garnizonu deniz topçusunun dehşet veren ağır etkisini ilk kez tatmış olmasına karşın 25 Nisan sabahından akşamına kadar yerlerini inatla sarıldılar ve savunmada anlatılması imkansız işler gördüler.” .

    YAHYA ÇAVUŞ İÇİN

    Bir kahraman takım ve Yahya Çavuş’tular,

    Tam 3. Alayla burada ,gönülden vuruştular,

    Düşman tümen sanırdı, bu şahlanmış erleri,

    Allah ‘ı arzu ettiler,akşama kavuştular,


    Namık MEMİK

    Seddülbahir Köyü’nün karşısında Ertuğrul Koyu’na hakim tepecik üzerinde yer almaktadır. Anıt 25 Nisan 1915 günü çıkarma yapan İngiliz kuvvetlerine kahramanca karşı koyan ve büyük kayıplar verdiren Yahya Çavuş ile Takımı adına 1962’ de yaptırılmıştır. Anıtın ön yüzünde günün öyküsünü sade bir dille anlatan bir 14 Nisan 1934 rubai yer almaktadır. Arka yüzünde ise şehit olan kahramanlarımızın 18’ inin ismi yazılıdır. Diğer tarafta “ Yahya Çavuş’un emrindeki 68 kahraman, 6 düşman taburunu 10 saat kıyıda tuttular. Çanakkale ‘yi kurtardılar. Tarihe mal oldular.” Sözleri mermer plakalar üzerine işlenmiştir..















    Burada Yatan Şehitlerimiz,
    Sizleri Saygı ve Şükranla Anıyoruz.
    Siz Olmasaydınız ve Göğüsleriniz Çelik Kalelere Siper Etmeseydiniz Bu Boğaz Asılır,
    İstanbul İşgal Edilir Vatan Toprakları İstilaya Uğrardı.

    Mustafa Kemal ATATÜRK

    25-30 bin civarında yaralı Türk askeri ve onlarla birlikte 15 - 20 bin kladar düşman askeri bu topraklarda tedavi gördü Yüce Türk askeri yaralı olan Düşman askerlerine burda kucak açtı ve ne olursa olsun onlarda bir ananın evladı,
    onlarda asker diyerekten Türk hekimleri tarafından tedavi ediliyordu.
    Düşman birliklerine gönderilen haberle yaralı askerlerinizi tadavi ediyoruz gelin onları alın haberi verildi,tabi bu durumu kuşku ile karşılayan düşman birlikleri inanamadı önce bir kaç subaylarını gönderdi ve gördüler ki Türk askeri ile kendi askerleri yan yana sedyelerde aynı ilgi ve alakayı görüyor bu duruma şaşıran Düşman birlikleride ilaç ve doktor takviyesi yaptı sargı yerine,
    daha sonrasında savaşı ehemniyeti bakımından Düşman birliklerinin,casus askerlerini göndermesi ile kendi yaralı askerlerinden vazgecerek bir gecede belirlenen yer bombalandı ve burda 50 bine yakın asker şehit oldu ,
    benim için en acılı yer burasıydı bir yerdede Allahın askerlerimiz üzerinde ki lutfunu ve onları bir an önce çektikleri acılardan kurtarıp yanına alma isteği geldi aklıma çünkü çoğu kurtulamayacak yaralar almıştı ve Allahın onları bir an önce yanına alması onlar için en büyük mükafat olacaktı...







    SARGI YERİ ŞEHİTLİĞİ

    Çanakkale savaşlarında Alçıtepe köyü yakınlarında Zığındere mevkiinde savaşın en acımasız olaylarından birisi yaşanmıştır. Türk ve düşman kuvvetlerinden savaşın her cephesinde ve siperlerde yaralanan, uzuvları kopan ve hastalanan askerler Zığındere de kurulan sahra çadırlarında toplanmıştır. Bölgedeki muharebeler boyunca dost ve düşman 40-50 bin yaralı hasta askerin toplandığı dere vadisi adeta bir dostluk köprüsü olmuş her iki tarafta birbirine ilaç ve doktor yardımına başlamıştır. Bu bölgenin koruması Albay Halil Sami Bey komutasında 7.tümene verilmiştir. 28 Haziran 1915 gecesi büyük bir düşman harp gemisi Zığındereye tonlarca bomba yağdırdı. Bu bombardıman sonucunda çok sayıda yaralı, hasta müdafaasız Türk askeri şehit düşmüş, bir o kadar da düşman askeri hayatını kaybetmiştir. Olay dünyada yankılar uyandırmış, ancak olanlar olmuştur. Bu vahşet üzerine 9.tümen ve 2.tümene bağlı Türk birlikleri düşman kolordularına saldırarak ağır kayıplar verdirmiş ve bozguna uğratmıştır. Binlerce Mehmetciğin toplu olarak gömüldüğü bu vadiye SARGI YERİ adı verilmiştir.

    Bu mukaddes vadide bacakları, kolları, parmakları kopmuş olarak yaralı ve hasta iken şehit olan aziz ve eşsiz kahramanlar sizler Türk milletinin kalbinde sonsuza kadar yaşayacak ve yüce ruhlarınız Türk vatanının ebedi bekçileri olacaktır.
























    Bu gördüğünüz ıssız vadide her ağacın ve taşın altını biraz kazdığınızda binlerce şehit genc insanın kemikleri bulunmaktadır.
    Mart ve Nisan yağmurlarında bunlar ortaya çıkarlar sonra çicekler ve cimenler arasında kaybolurlar
    Tekrar gelecek baharı Beklerler.
    Sembolik mezarlar yapılırken derelerden ve vadiden toplanan şehit kemileri Fatihalarla toprağa gömülmüştür.

    ŞEHİTLİĞİ GEZERKEN BASTIĞINIZ HER ZERRE TOPRAKTA VATAN VE BAYRAĞIMIZ İÇİN ÖLEN KAHRAMAN ECDADIMIZDAN VE SENDENBİR PARÇA BULUNMAKTADIR.
    RUHLARI ŞAD OLSUN.





















    Şehitliğin üzerinde şehitlerimizin acısı ile burum burum burkulmuş bir çam ağacı toprağın altında ki acı ve şehitlerimizin kanları ile büyümüş bir ağaç herşeyi ve cekilen acıları anlatıyorcasına...







    ŞEHİTLER SIRTI ŞEHİTLİĞİ
    (Zığındere Şehitliği)

    25 Nisan 1915 tarihinde bu bölgeye çıkarma harekatı yapan ingiliz birliklerine karşı sahilde ilk olarak 26. alay 2. tabur 6. bölük 5. bölük ve 25. alay 3. tabur birlikleri çarpışmıştır.
    I. kirte muharebesinde bu birliklere 4. tümen 20. alay ve 5. tümen 15. alay 2. tabur birlikleri katılmıştır.
    1-2-3-4 Mayıs 1915 tarihlerinde yapılan gece taarruzlarına 7. tümen 15. alay ve 21. alay birlikleriile 9. tümen 25. alay birlikleri dahil olmuştur.
    6-7-8 Mayıs 1915 tarihlerinde olan II. Kirte muharebesinde 11. tümen 126. alay ile 15. tümen 56. alay 2. tabur birlikleri , 4-5-6 Haziran 1915 Tarihlerinde ki III. Kirte muharebesine 11. tümen 127. alay 2. tümen 1. alay Birlikleri dahil olmuştur.

    Bu Şehitlikte Yukarıda numaraları gecen ve isimleri Tespit edilebilen 6395 Şehit yatmaktadır.










    Şehitlik Müzesi Kullanılan ekipmanlar Silahlar Kıyafetler vs. herşey...
















































    HER ZAMAN ATATÜRKÇÜYÜZ...



















    SEYİT ONBAŞI

    (1889 - 1939)
    Çanakkale Deniz Savaşında (276 kg) Top mermisini Tek başına kaldırarak OCEAN Zırhlısına İsabet Ettirmiştir.




    RUMELİ MECİDİYE TABYASI VE SEYİT ONBAŞI ANITI

    Namazgah ve Rumeli hamidiye tabyalarını geçtikten yaklaşık 350 metre sonra yolun sağ yanında yüksekçe bir yerde inşa edilmiş bulunan Rumeli Mecidiye tabyası 4. ağır topcu alayının 2. ağır topcu taburuna bağlı 5. bataryanının bulunduğu merkez istihkamlarından biriydi.
    Çanakkale boğazının savunulması bakımından önemli bir konuma sahip olan Rumeli Mecidiye tabyası 18 Mart 1915 tarihli boğaz muharebesi sırasında Birleşik Filonun başlıca hedefleri arasındaydı.
    18 Mart günü kendisini hedef alan "Agamemnon" ve "Lord Nelson" muharebe gemilerin toplam 8 adet 30,5 cm'lik ve 20 adet 23,4 cm'lik topuna karşılık bu tabyada 4 adet uzun namlulu 24 cm'lik ve 2 adet Kısa namlulu 28 cm'lik top Bulunmaktaydı.
    Boğaz muharebesi sırasında Rumeli Mecidiye , Rumeli Hamidiye ve Namazgah Tabyalarının bulunduğu bu bölgeye binlerce top mermisi düşmesine karşılık ,tabyada bulunan toplardan yalnızca 24 cm çapında olanlar kullanılmış ve düşman gemilerine 93 atış yapılmıştır.
    Rumeli Mecidiye tabyası personeli başlarında batarya komutanı YÜZBAŞI Mehmet Hilmi ( SANLITOP) olmak üzere boğazı savunan tüm topcularımız gibi kahramanca ve azimle savaşmışlar ve aralarında 16 arkadaşlarını şehit vermişlerdir.
    Boğaz savunmasında görev yapan askerimiz Seyit Onbaşı 'nın şahsında burada anıtlaşmıştır.
    "Çanakkale Geçilmez " deyişini tarihe yazdıran yüz binlerce Mehmetcikten biri olan Seyit Onbaşı Boğaz muhaberebesi sırasında görev yaptığı 24 cm'lik topu ateşleyebilmek için bu topun 140 , 190 .215 kg ağırlığında ki mermilerini sırtlayıp defalarca kaldırarark ateşin devamını sağladı.
    ASLINDA O GÜN SEYİT ONBAŞI , O VEYA BU AĞIRLIKTA BİR MERMİYİ DEĞİL KOSKOCA BİR MİLLETİN VAR OLMA DİRENCİNİ YERDEN ALIP ALIP AYAĞA KALDIRMIŞTIR..
    TÜRK MİLLETİNİN VAR OLMA AZMİNİ VE İNANCINI TARİHE YAZDIRANLARIN SİMGELERİNDEN BİRİ HALİNE GELMİŞTİR.


    Seyit (ÇABUK) Onbaşı Kimdir?

    Seyit Onbaşı 1889 yılının Eylşül ayında Havran ilçesi Çamlık köyünde (bugünkü adıyla Koca Seyit köyü) Dünyaya geldi.
    Babasının adı Abdurrahman annesinin adı Emine'dir.1909 yılı Nisan ayında askere alınmış ve 1912 de Balkan Savaşlarına katılmıştır.
    Savaş bittiğinde terhisd edilmemiş ve topcu eri olarak Çanakkale Cephesinde görev almıştır.Birinci dünya savaşından sonrasında 1918 yılı sonbaharında köyüne dönmüştür.asıl mesleği olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etmiştir.1934 yılında çıkan soyadı kanunu gereğince "ÇABUK" soyadını almıştır.
    1 Aralık 1939 Yılında akciğer rahatsızlığı nedeniyle Vafat etmiştir Mezarı doğduğu köydedir.












    18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazında yapılan deniz savaşı esnasında itilaf donanması tarafından açılan ateş sonucu Mecidiye bataryasının cephaneliği isabet alır. Cephaneliğin patlaması sonucu bataryada görevli 13 er şehit olur.
    Bu kahraman vatan evlatlarının toplu olarak gömüldüğü alan 1919 yılında Mecidiye Şehitliği olarak düzenlenir. 1962 yılında yapılan düzenleme ile bugünkü şekli verilmiştir. 70 metrekarelik bir alanı kaplayan ve etrafı duvarla çevrili olan bu şehitliğin kenarlarında servi ağaçları vardır.

    Bu şehitliğin ortasında yer alan Mecidiye Anıtı 18 Mart 1915′de Mecidiye Bataryasındaki patlamada şehit olan 13 kahraman evladı ile aynı gün insanüstü bir güç ve kuvvetle 276 Kg. lık top mermisini kaldıran Mehmet Seyit Onbaşı anısına 1969 yılında dikilmiştir.






















    NAMAZGAH TABYASI VE MÜZESİ



























    KİLİTBAHİR'den BİRKAÇ FOTOĞRAF.











    BİGALİ KÖYÜ GİRİŞİ VE ATATÜRK'ÜN EVİ



























    ULU ÖNDERİMİZ ATATÜRK'ÜN EVİ

    Bu ev kesinlikle görülmesi gereken yerlerden onun oı küçük evde her adım attığı yerin üzerinden gecmek anlatılmaz bir duygu...








    MUSTAFA KEMAL'İN YÜCE MİLLETİMİZE BAĞIŞLANDIĞI AN (Kendisi Anlatıyor)

    "10 Ağustos 1915 Conkbayırı’nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için İngilizler 20000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi 8 Tümen komutanı ve diğer subaylarımı çağırdım"

    "Mutlaka düşmanı mağlup edeceğimize inanıyorum Ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim Hücum baskın tarzında olacaktı Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20 – 30 metre yaklaştım Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı’nda çıt çıkmıyordu Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu Kontrol ettim Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim Saat 0430’da kıyametler kopmuştu İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı Allah Allah sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yırtıyordu"

    "Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu Olayı Yarbay Servet Bey’den başka kimse görmemişti Ona parmağımla susmasını emrettim Çünkü vurulduğumun duyulması cephelerde panik yaratabilirdi Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım Yalnız bu şarapnel vücudumda, kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı"

    "Aynı gün gece, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşaya hatıra olarak verdim Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı Kendileri de altın cep saatini bana hediye ettiler

    Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale’nin geçilemeyeceğini iyice anlamış oldular"



    Mustafa Kemal ATATÜRK













    Daha fazla Resimle Gezip gördüğüm Şehitlikleri anıtları anlatmak isterdim ama malesef buna makinamda ki hafıza yetmedi,
    bundan sonrasınıda siz değerli kardeşlerim abilerim gidip görmenizi umut ederim.orda bulunmanın ordaki havayı tenefüs etmenin attığınız her adımda bir atamızın bir şehidimizin yatıyor olması kelimelerle anlatılabilecek bir duygu değil...

  • #2
    Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

    [i][b]Ve birazda Çanakkale Savaşından Hikayeler...


    KINALI ALİ


    Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da
    onlarla Sohbet ediyor, ‘ Nerelisin?’ gibi sorular soruyordu.
    Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı Yanına
    çağırdı ve merakla sordu:
    ” Adın ne senin evladım?” dedi.
    ” Ali, komutanım” dedi.
    ” Nerelisin?”
    ” Tokatlıyım, komutanım, Tokat’ın Zile kazasındanım…”
    ” Peki evladım,bu kafanın hali ne?
    Saçlarının ortası neden kırmızı boyalı böyle?”
    ” Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden
    yaktığını da bilmiyorum.”
    ” Peki dedi üsteğmen. “Gidebilirisin Kınalı Ali.”
    O günden sonra Ali’nin adı Kınalı Ali oldu.
    Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı
    da alay konusu yapıyorlardı. Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve
    dürüst tutumu sayesinde, kısa sürede hepsinin sevgisini kazandı.
    Bir gün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım
    istedi.
    ” Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum.
    Ama okumam yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?”
    Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi.
    ” Sen söyle biz yazalım” dediler.
    Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de Söylenenlerin
    doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu.
    ” Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada
    çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin.”
    Kız kardeşini, kendinden küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını
    sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin
    kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, Biz burada var oldukça bilesiniz
    ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir tümcesi ile bitiriyordu.
    Tam zarf kapatılırken Ali ” iki üç satır daha ekleteceğini” söyleyerek
    Mektubun sonuna şunları yazdırdı.
    ” Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, Burada
    komutanlarım da, arkadaşlarımda benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye gitmek
    sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet’e gelecek, Onu gönderirken sakın
    kına yakma saçına. Burda onunla da dalga geçmesinler. Tekrar
    ellerinden öperim anacığım.”
    Gelibolu’da savaş giderek şiddetleniyordu. ingilizler kesin sonuç
    almak için tüm güçleriyle yükleniyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz
    önceleri birer, birer, sonraları beşer,beşer,
    Onar, onar şehit oluyorlardı. Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor,
    onlarında sayıları giderek azalıyordu.
    Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali’nin komutanı bu durum karşısında
    çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Genç erlerine
    insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu cepheye
    göndermek zorunda kalmaması için Allah’a dua ediyordu.
    Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı Ali ve arkadaşları,
    komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini
    istediler.Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla direnemedi ve ölüme
    gönderdiğini bile, bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.
    Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye hayır,
    bile,bile ölüme gidiyorlardı.
    O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan
    Kınalı Ali’nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit
    olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali’ye anne, babasından
    mektup geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile
    okumaya başladı. Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı
    mektubuna aile adına babası yanıt veriyordu.
    ” Oğlum Ali, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim.
    Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında
    cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. şimdi öküzün yerine tarlayı
    ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme.”
    Babası mektupta köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten
    sonra “şimdi ananın sana diyeceği var” diyerek sözü ona bırakıyordu.
    Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali’nin anasının ağzından
    yazılmıştı şöyle diyordu anası:
    ” Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime
    de yakma demişsin.
    Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga
    geçmesinler.

    Bizde üç işe kına yakarlar;

    1 – GELİNLİK KIZA, GİTSİN AİLESİNE, ÇOCUKLARINA KURBAN OLSUN DİYE
    2 – KURBANLIK KOÇA, ALLAH’A KURBAN OLSUN DİYE
    3 – ASKERE GİDEN YİĞİTLERİMİZE, VATANA KURBAN OLSUN DİYE…

    Gözlerinden öper, selam ederim. Allah’a emanet olun

    ” Ali’nin mektubu okunurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken,
    hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu… “
    (Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesindedir.)


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    KINALI HASAN

    Yüzbaşi Sirri Bey, ikindi vakti yeni gelen erati teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçinin bir tarafi kinalanmiş oldugunu görür ve takilir: “Hiç erkek kinalanir mi? Mehmetçik: Buraya gelmeden evvel, anam kinalamişti komutanim” der ve sebebini bilmedigini ilave eder.Komutanin istegi üzerine anasina haber salar, “Niye benim saçimi kinaladin?” Gelen cevabi mektupta şunlar yazar:

    “Ey gözümün nuru Hasan’ım,

    Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor.Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın... Ben, senin anan isem.Beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor...

    Sen bu ailenin seçilmiş kurbanisin...

    Hasan’ım, söyle zabit efendiye... Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır... Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım.Onun için saçını kınalamıştım...

    El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın.

    Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktir. Gözlerinden öperim...

    Anan - Hatice”


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    GAZİ MEHMET AŞKIN’IN ANLATTIKLARI:

    “İngiliz donanması Saroz’dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar verdiriyordu.Böyle bir atıştan sonra, aynı, birlikte silah arkadaşım Recep Eniştemin iki ayağı kopmuş çalıların üzerinde gördüm, henüz sağ idi.Yanına kadar gidebildim.Onu o vaziyette görünce ağlamaya başladım. Henüz ruhunu teslim etmeyen Recep Eniştem:

    “Kardeşim niçin böyle ah edip aglarsin, benim cigerimi daglarsin! Allah’ in verdigine merhaba! Takbir- i Rabbani böyle imiş! Onun kazasi geri çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Elimizden ne gelir.Arzuladigim savaş yolunda oldu.O saadet bana yeter! Sen sag kalirsan, anamin elini benim içinde öp! Emzirdigi sütleri helal etsin!” dedikten sonra:

    “Başimi kibleye dogru çevir!” diye bildi... Ruhu çoktan uçmuştu...

    “Halil, bölükte süngü hücumuna kalkmıştı, ağır bir yara alarak yanıma yıkıldı.Bir mütted sessiz kaldı ve sonra: “Ahiretlik ölümüm yaklaştı, öldükten sonra cesedimi geriye götürtme, buraya ellerinle göm! Üzerimde harbediniz! Ta ki Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını rahatlıkla duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etmişti

    “Karayürek deresi’ne doğru iniyorduk: Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar bu derenin yatağında geziniyordum.Çok susamış idim. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi avucuma mataradan su aldığımda, matarama doğdurduğum suyun kan olduğunu anladım.”


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    İNSANLIK DERSİ

    Çanakkale Savaşlar´ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:

    "Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam.Savaş sahasında döğüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyat vermişlerdi.Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:

    - Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:

    "Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.Benim ise kimsem yok.İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün". Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı.O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler..."

    Fransız Generali BRIDGES

    Çanakkale Savaşları komutanı.


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    EDİNCİKLİ MEHMET ER

    "Edincikli Mehmet Er´in bir top mermisinin parçaladığı konumdan kanlar içerisinde bir et parçası sarkmaktadır.Yalvarırcasına:

    "Komutanım ne olur şu kolumu kes!"

    Sağ eliyle yakaladığı ve tuttuğu sarkık kola bakan Teğmen donmuştur.Edincikli Mehmet Er tek ve emin sesi ile tekrarlar:

    "Allah Aşkına, Allah Rızası için kes şu kolumu!!!"

    Bu ilahi cümleleri eimr gibi işiten Teğmen Saip, bıcağı kola kola vurur.Gık bile dememiştir, Edincikli Mehmet.Bir sağ elindeki kola, bir ileride Allah! Allah! nidaları arasında çarpışan erlere bakar ve kolu fırlatır: "Bu kol vatana feda olsun," der.Yerdeki et parçalrından başını kaldıran Teğmen´in karşısında kimse yoktur.Çünkü, Edincikli, Hakla alış verişe başlayınca herşeyi, acıyı, özlemleri unutuyor, rahmet deryalarında, tecelli dalgalarında yıkanıp arınırken, kolunun fani bedenden ayrılma işlemini duymuyordu.O ateş, o yangın fakat getirilmez feryatlar içinde, edincikli bu cehennemi ateş altında kendinden geçti.Bir avuç istek ve özlem halinde yandı, tüttü.

    Edincikli Mehmet, çoktan kolunun öcünü almak için vatan için Allah için hücum saflarına katılmıştı.Alayların içine karışır, teke tek vuruşur.Onu durdurmak mümkün değil artık, yine harikalar gösterir, bire bir dövüşür, bire on dövüşür, bire yüz dövüşür... Allah´ın yardımıyla haklamadığı kafir kalmaz.Ama kaderden kaçılmaz ki! Kolunun kopmasıyla kaybettiği kan onu halsiz düşürmeye başlamış Edincikli´ye şimdi de şehitlik mertebesi ekleniyordu.Güzel yüzü soldu, sarardı, canı teninden süzüldü...Gözü dünyaya kapandı..."

    Teğmen SAİP

    Çanakkale Savaşlarından

    12. Alay 1. Bölük Komutanı


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    SAKA HÜSEYİN

    "İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası´na ve tepelere yerleşmişti 35. Piyade Alayı 2.Bölük erlerinden Hayrabolu´lu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi sabahın alaca karanlığında katırı ile yola çıktı.Bigalı Köyüne gidip, kuyulardan tahta, damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı.

    Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada ama, yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı: "Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35. Piyade alayının bulunduğu siperlere" katır gide-gele bu yollara alışmıştır.

    Fakat yolda, Hüseyi´nin çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu:

    "Pınar baştan bulanır

    İner dağı dolanır

    Al başımdan sevdayı

    Buna can mı dayanır.

    Rinna, rinna yarim

    Rinna, rinna."

    Saka Hüseyin damacanlarına suyu doldurarak "deh" deyip akşam karanlığında yola koyulur.Siperlerde 2. Bölük su bekliyor.Yaralılar daha da çok su bekliyorlar.Birden bire, yanı başında iki karaltı beliriyor.Gavurca haykırıyorlar!

    "Dur! kımıldama!"

    Hayrabolulu Hüseyin´in yapacak hiç birşeyi yok akıl almaz, gene de eşi görülmemiş büyük bir zeka kıvraklığı ile; düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlar ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, "Kumandan, kumandan?..." diye geveleniyor ve büyük bir saygı ile anzak kumandanını selamlayarak "Emret gavur kumandan!" der.Derhal bir tercüman bulunur. Saka Hüseyin anlatmaya devam eder.

    "Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi. Sizin yaralılarınıza hediyemizdir.Düşmanımız susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi!" ve arkasından ilave etti.Bu sudan verinde bir bardak ben içeyim der!"

    Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir... Gözleri dolar.İlk iş Hüseyin´i kucaklayıp iki yanağından öpmek.İkinci iş, Hüseyin´i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin´i siperin dibine oturtup soluklandırmak, o " comed bell" kutularından, Oxo et suyu özündeni sarma tütünden, cigara kağıtlarından, Topler çikolata paketlerinden bol bol yağdırmak...Bu aldıkları hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçik´ tedir."

    Baki Vandemir Paşa

    Çanakkale Savaşları Komutanlarından.


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    KAYBOLAN İNGİLİZ ALAYI

    "21 Ağustos 1915 günü savaşın en şiddetli ve son anlarında Anzak Suula Koyu 60. tepede gün ağrırken gök berraktı.Görünürde altı veya sekiz tane, hepsi birbirinin eşi olan ekmek somunu biçimindeki bulut, 60. Tepe´nin üzerinde yayılmış duruyordu. O sırada saatte 6 veya 8 kilometrelik bir hızla güneyden esen meltem olmasına rağmen, bu bulutların ne biçimleri ne de yerleri değişmiyordu.

    Meltemin etkisiyle kayıp gitmediler. Bunlar bulunduğumuz yere göre 60 derecelik bir yükseklikte asılı duruyorlardı. Bulut kümesinin tam altına gelen yerde toprağın üstünde duran aynı biçimde bir bulut daha vardı. Yaklaşık 250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde ve 60 metre genişliğindeydi. Bu bulut oldukça yoğundu. Yapısı katı maddeymiş gibiydi. İngilizlerin bulunduğu bölge savaş yerine 1000 metre kadar uzaklıktaydı. Bütün bunları Yeni Zeland kıtasının birinci sahra birliğine bağlı 3. bölükteki 22 asker öldü. Aralarında biz de vardık.İçinde bulunduğumuz siperden güneybatı doğrultusunda yere inmiş bulut duruyordu.

    Bulunduğumuz yer 60. Tepe´ye göre 90 metre daha yukarıda olduğundan üstten görebiliyorduk.Bu bulut daha sonra Kayaçık Dere denilen kuru bir derenin yatağına doğru ilerlediğinde onun daha önce durduğu zemine bütünüyle görebildik. Bu bulut diğerleri gibi açık gri renkteydi. Daha sonra 4. Norfolk Taburu´nun bu kuru dere yatağında harekete geçerek 60. Tepe´ye doğru uygun adım yürüyüşe geçtiğini fark ettik. Buluta vardıklarında hiç çekinmeden dosdoğru içine girdiler. Ama tekrar içinden çıkıp 60. Tepe´de savaşa katılan hiç bir kimse olmadı.

    Bir süre sonra askerlerin sonuncusu da görünmez olunca , bulut sanki yükünü almışcasına yerden yükseldi.Herhangi bir bulut gibi yukarıda duran diğerlerine ulaşıncaya kadar yavaş yavaş havalandı.Bu ana kadar yukarıdaki bulutlar yerlerinde duruyorlardı Yerdeki bulut yükselip aynı hizaya gelir gelmez birden kuzeye doğru uzaklaşmaya başladılar.Trakya istikametine doğru gittiler. Bir saat içinde de gözden kayboldular. Savaş sonunda bu tabur kayıp veya yok edilmiş sayıldı.Anzak çıkarmasının 50. Yılında geç de olsa aşağıda imzası olan bizler anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz.

    İstihkam eri 4/165 künyeli, F. Reichardt. Malata Bay Of Plenty

    İstihkam eri 13/416 künyeli , D.Nevnes . 157 King Street Cambridge.

    J.L. Newman, 75 Freyberg Street Octumoctai Tauranga.

    21.08.1965 / AVUSTRALYA

    NOT : 1- İngiliz baş komutanı General Hamilton, bu olayın vuku bulduğu günü korkunç itirafı, yine bir gün sonra günlüğüne şöyle geçirir: "22 Ağustos 1915 günü Çalılık arazi içinde cereyan eden karşılıklı düello korkunç bir şekilde hükmünü sürdürdü. Sis ve topçu ateşi yönünden, Allah dün Türklerden yana idi..." der.

    2- Savaştan sonra 1918 yılında İngiltere hükümeti, Türkiye´ye resmi bir yazı gönderir.v Ve kaybolan alayın akibetini sorar.Ve Türkiye şöyle bir cevap verir: "Türkiye ne onları esir etmiştir, ne de ölüm kayıtları vardır.Hiçbir şekilde, bu askerlerle ilgili bir bilgiye sahip değildir."

    3- Bu olayın görgü tanıkları olan yukarıdaki üç Yeni Zelandalı asker savaştan tam 50 yıl sonra basın önünde bu itirafta bulunmuşlardır.


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    12 YAŞINDAKİ NEZAHAT ONBAŞI

    Tabur Komutanı Binbaşı Halit Bey'in kızı 12 yaşındaki Nezahat onbaşının da, bu küçük yaşına rağmen elinde silahı asker kıyafetiyle Türk ordusuyla birlikte çeşitli muharebelere katıldığını anlatan Köstüklü, ''Ata binmesini ve silah kullanmasını çok iyi bilen bu kız çocuğu Milli Mücadele boyunca 70. Piyade Alayı'nın bir mensubu olarak alayla birlikte tam bir asker gibi, cepheden cepheye koştu. Hatta bu Alaya, o bölgede 'Kızlı Alay' denmişti'' dedi.

    Köstüklü, Çanakkale Savaşı'na katılan Galatasaray, Konya ve İzmir Liseleri gibi birçok okulun öğrencisinin şehit düştüğünü belirterek, savaşın olduğu dönemde bu üç lisenin mezun bile veremediğini bildirdi.

    Vatanın kurtulması için Türk milletinin kadını erkeği ve çocuğuyla tek vücut olarak düşmana karşı koyduğunu ve yabancı unsurları Türk topraklarından attığını belirten Köstüklü, ''Türk çocuğu yeri geldiğinde omzunda silahla cephede savaştı, yeri geldi istihbarat için haber taşıdı, yeri geldi Türk askerine su, ekmek ve mermi götürdü. Bugün kahramanlık destanları yazarak gazi ya da şehit olan bu çocukların birçoğu bilinmemektedir'' dedi.


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    Kanlısırt’taki mitralyöz

    Bir bölük kumandanının hatırat defterinden;

    Kanlısırt’taki düşmanın ileri siperlerinden birinde tek bir mitralyözü vardı ki, fırkanın bütün cephesini taciz edip duruyordu. Daha ikmâl edilememiş siperlerden bazıları bu mitralyözün ateşi altında idi. Ara sıra acı haberler alıyorduk: Üçüncü bölüğün emir eri sipere gelirken vurulmuş. Dördüncü mangadan bir nefer şehit olmuş... Yüzbaşı yaralanmış, artık bu mitralyöz bizim için meşum olmaya başlamıştı.

    Hatta bombalardan, torpillerden daha meşum! Çünkü bu silahların az çok mizacını biliyorduk. Mesela büyük torpil makinesi haftada iki gün bizim cephemizi ziyaret ediyordu. Bombalar daha ziyade akşamdan sonraki ziyaretçilerimiz meyânına dahildi. Velhasıl dâimi bir ülfet neticesi olarak harbin kendisine mahsus itiyatlarını öğrenmiş, ruhumuzda bir huzur ve sükûn tesis edebilmiştik. İşte Kanlısırt’taki melun mitralyöz bizim bu kıymetli asayişimizi ihlâl ediyordu. Gece toplanmış konuşuyorduk. Devamlı yaptığımız musahabe bu uğursuz nokta üstünde deveran ediyordu:

    - Eey... Bu mitralyoz tahrip edilemeyecek mi?

    - Siperler yakındır, topçu ateş edemez.

    - Bir hücum yapsak!

    - Kumandan müdâfaada kalmayı tercih ediyor.

    - Sen ne dersin ha Mustafa Çavuş, can sıkmaya başlamadı mı bu mitralyöz? O, cevap vermedi. Derin derin düşünüyordu; fakat doğrusu ya en babayiğidimiz de kendisi idi. Bahis değişmek üzere iken Mustafa Çavuş bir heykel gibi karşımıza dikildi: “Ben bunu gidip getiririm!” dedi.

    “Satmıyorlarmış galiba!..” diye lâtife ettik. Arkadaşımızın bu sözü ciddi söylediğine kânî değildik. Fakat o hiç tavrını bozmadı. Gülümsedik bile. Yalnız kendini siperin üstüne fırlattı. O zaman anladık ki hakikaten mitralyözü almak için gidiyor. Kendisini en çok seven iki hemşehrisi arkasından koştu. Biraz sonra bu üç asker, diğer bütün gecelerden daha korkunç, daha siyah bir gecenin enginlerine doğru kayıp gitmişlerdi.

    Hepimiz asabiyetten, heyecandan sararmıştık. Avuçlarımızdaki tüfekleri sıkıyorduk. Şu dakika hücuma kalkmak için öyle dayanılmaz bir arzu duyuyorduk ki... Hey yâ Rabbi eğer gidenler gelmeyecek olurlarsa!.. Bu sefer orada kalsak bile ey Kanlısırt’taki düşman mitralyözü artık sen yerinden oynamıştın!



    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    "Çanakkalede biz Türk askerlerinden çok beyaz elbiseli, sarıklı askerlerle savaştık" şeklinde konuşmuşlar düşman askerleri.Birçok rivayete göre Bedir Savaşında şehit düşen askerlerin,Çanakkalede Türk askerleriyle savaştığı söylenir.Biraz Sır Kapısı tarzında oldu ama bu durum Sır Kapısı programı yayında yokken rivayet edilmişti...

    Ben buna inanıyorum...Çünkü şehitler ölü değildir...

    M.Akifinde bu mısraları bu söylentilerden dolayı yazdığı söylenir.

    Yoksa "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlıydı" şeklindeki bir mısranın, ümmetçi bir zihniyet sahibi olan M.Akif'in kaleminden çıkması çok zor."...Ancak..." kelimesi çok tehlikeli bi kelime burada.İyi anlamak gerekiyor...


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    Çanakkale şehitlerinden Muallim Hasan Ethem merhumun annesine yazdığı mektup:

    “Valideciğim!

    Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!

    Nasihat-âmiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım... Sanki bülbül, bu terennümü ile benim duygularımı aksettiriyordu. "Validen kaderine küssün, ne yapalım! O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı derûni nameleri duyacak idi.

    Şu anda bu güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Davudî sesli yiğit bir er, ezan okuyordu. Dünyanın bütün dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim. Ağzımı açtım ve dedim ki: "Ey yerlerin ve göklerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halık’ı! Sen bütün bunları bizlere verdin. Yine bizlerde bırak! Böyle güzel yerler ve şu nimetler, seni takdis ve senin yüceliğini tasdik eden bizlere ait olsun.

    Ey benim Ulu Allah’ım! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, Senin ism-i celalini İngiliz ve Fransızlar’a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde Sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını (zaten kahrettin ya) bütün bütün mahveyle." diyerek dua ettim ve kalktım.

    Anneciğim, diğer oğlun Halid de benim gibi güzel yerlerdedir. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor! İnşaallah düşman askerlerini kahreder de zaferle yanına döner ve düğünümü yaparız olmaz mı?

    Valideciğim, bizleri dualarından unutma! Allah senden razı olsun.”

    Oğlun Hasan Ethem


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    Üsteğmen Zahid'in Vasiyeti

    “Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz.Bilirsin , her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme... Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasib etti ise , benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde , elbette , ruhlarımızı da birbirine kavuşturur.Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu.Ancak , sana bir vasiyetim var :

    Birincisi benim için kat’iyyen ağlama...

    İkincisi, eşyamın listesi ilişikte.Bunları sat , ele geçecek paradan “mihr-i muaccel ” ve “mihr-i müeccel ” ini al , üst tarafı ile bana bir mevlüt okut.Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma...”

    Ayrıca mektubun içinden kırmızı kurdelaya bağlı bir de saç demeti çıkar.Saçın tazeliği bunun mini mini bir yavrunun başından kesilmiş olduğunu göstermektedir.

    İşte o zaman herkes Zahid’in evli olduğunu ve Nadide isminde de bir yavrusunun varlığını öğrenir.Çünkü Zahid Üsteğmen cepheye gelirken arkasında evlad ü iyal düşüncesini de bırakmıştır.Ve savaş boyunca ne izin isteyerek evine gitmeyi düşünmüş ne de o konuda iki çift laf etmiştir.

    Zahid , 9 Ocak 1916’da şehit olur.

    Gümüşhane’nin Şiran ilçesinden Üsteğmen Zahid , Aziziye ilçesinin Kılıç Mehmet Bey köyünden Ahmet Efendi’nin kızı , eşi Hanife Hanım’a yazdığı ve vasiyetini bildirdiği mektubunu şu cümle ile bitirir :

    “Bu vasiyetimi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim.”


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    BİR “ÇANAKKALE TÜFEĞİ”NİN ÖYKÜSÜ

    ingiliz ordusunun askerleri, “Geçilmez Çanakkale”den geçemeyip, geldikleri gibi dönerlerken siperlerde yüzlerce tüfek de bırakmışlardı. Bu tüfeklerden biri, ilginç bir yolculuktan sonra, önce Mekke Şerifi Hüseyin’in, sonra ünlü İngiliz casusu Lawrence’in eline geçti,

    onun tarafından İngiliz Kralı 5. George’a armağan edildi ve sonunda İngiliz Kraliyet Savaş Müzesi’ndeki bugünkü yerini aldı. Çanakkale savaşları konusundaki bilimsel çalışmalarıyla

    birçok tarihsel olayı gün ışığına çıkaran Prof. Dr. Haluk Oral,

    terk edilen İngiliz siperlerinden birinde bulunan bu “Çanakale tüfeği”nin ilginç öyküsünü, Bütün Dünya okurları için yazdı.

    Tüfeğin “icat” olduğu zamandan buyana bilinen “tüfek oyunları”ndan birini Çanakkale’de düşman askerleri, siperlerden çekilirlerken yaptılar. Siperleri boşaltıp gittikleri belli olmasın diye siperlere, tetiklerine bağladıkları düzeneklerle ateş eden yüzlerce tüfek hazırladılar. Bu düzenekler kum ya da suyla çalışıyordu. Damlayan suyun ya da akan kumun etkisiyle tetiğe ağırlık biniyor ve tetik düşüyordu. Müttefik ordusu kaçtıktan sonra siperlere giren askerlerimiz bu tüfekleri buldular. Yoktan var ederek savaşan Türk ordusu için bu tüfekler bir ganimetti ve tek tek zimmete geçirildi. Tüfeğin üstüne, savaşta ele geçirildiğini belirten şu sözü yazmayı da unutmadılar:

    “İğtinam olunmuştur”.

    O sırada Faysal, Şam’da Cemal Paşa’nın himayesindeydi. Ama işin aslı babasına karşı bir tür rehine gibi tutulmaktaydı.

    Faysal’ın babası, İttihat ve Terakki Partisi tarafından Mekke Şerifi olarak atanan Hüseyin’dir. Osmanlı’nın Araplar’a para ve silah verdiğini pek çok kaynak yazar. Cemal Paşa da Faysal’ın Arap güçleriyle kendisine katılacağını, düşlüyor ve bunları Faysal’a da açıkça söylüyordu. Kimbilir böyle bir konuşma sonunda Faysal’a bu tüfeği armağan etmiştir. Paşa, Çanakkale’de din kardeşleri tarafından ganimet olarak alınmış bir İngiliz SMLE (Short Magazine Lee Enfield) tüfeğini taşımaktan Faysal’ın gurur duyacağını düşünmüş olabilir.

    Faysal, bir süre sonra Mekke’ye babasının yanına dönme fırsatını buldu. Mekke Şerifi Hüseyin, o sıralar Osmanlı’ya karşı Arap isyanına hazırlanmaktaydı. Faysal geldiğinde büyük Arap isyanı yalnızca bir kıvılcım bekliyordu.

    O kıvılcım, Faysal’a armağan edilen bu silahtan çıktı; Mekke’deki Osmanlı Garnizonu’na atılan ve isyanı simgesel olarak başlatan ilk kurşun Şerif Hüseyin’in tarafından kullanılan bu tüfekten ateşlendi.

    Tüfeğin öyküsü burada bitmediği gibi daha da karmaşıklaşıyor. Bu tüfeğin öyküsünü izlerken, ünlü İngiliz casusu Arabistanlı Lawrence’la karşılaşıyoruz. Faysal Ekim 1916’da Thomas Edward Lawrence ile tanıştı ve onu kendine danışman yaptı. Bu görevlendirmenin bir nişanı olarak o tüfeği Lawrence’a hediye etti. T. E. Lawrence’in şanlı tüfeğin tarihsel, ulusal, dramatik ve psikolojik öneminin ayırdına varmaması olanaksızdı kuşkusuz.

    Tüfeği hemen sahiplendi ve üzerine adının baş harflerini ve armağan tarihini kazıdı:

    “T.E.L 4.12.16”

    Lawrence, iki yıl kullandı bu silahı. Başlangıçta, Suriye’de, Ürdün’de öldürdüğü her Türk askeri için bir çentik attı tüfeğe.

    Sonra, öldürdüklerinin sayısı o denli arttı ki Lawrence çentik atmaktan vazgeçti. 1 Ekim 1918’de Şam’a girdiğinde bu tüfek elindeydi.

    Lawrence tüfeği İngiltere’ye getirip İngiliz Kralı 5’inci George’a armağan etti. Bu tüfek şimdi Kra- liyet Savaş Müzesi’ndedir.

    Evet öykü burada bitiyor. Hepsi bir yana da, bir tek çentikler takıldı aklıma:

    Birinci çentik acaba köyünden ilk kez askerlik için çıkmış, eline kız eli değmemiş 20 yaşında Erzurumlu bir genç miydi?

    İkinci çentik, babası Balkan Savaşı’nda öldüğü için erken evlendirilen 22 yaşında iki çocuklu Memet miydi, Artvinli?

    Üçüncüsü, belki, hukuk fakültesi’indeki tahsilini yarıda bırakıp cepheye giden İstanbullu genç bir mülazımdı.

    Belki dördüncüsü Bingöl’de bir çobandı. Askere alınana değin vatan deyince aklına bu kum cehennemi hiç gelmiyordu.

    Ve beşinci çentik, Anadolu’nun bilinmeyen bir köyündendi, peygamberinin topraklarını korumayı nasip ettiği için yüce Tanrı’sına şükrediyordu dualarında. Kimbilir?•


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR.

    Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir. Ancak bu 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadır. Zira bunların istisnasız hepsi (1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya da maksureli (tecilli) tutulmuş gençlerdir. Bu iki kanun sultani mektepleri talebe ve mezunları askerlik vazifesinden “maksureli” ettiği gibi, Balkan Harbi sırasında mer’i olan 1909 kanunu da üstelik bütün İstanbul halkını askerlik vazifesinden azade kılmaktadır. bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı. Hatta içlerinden Irak Cephesi’nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve “1 Numaralı Gönüllü” yazılmak şerefini elde emiştir.

    Galatasaraylıların bu şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi bulunamayan bir tanesini (Mehmet Muzaffer’in Destanını) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor:
    Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. (Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz ‘ı aşamayacaklarını anlamışlar, 1915′in son haftasıyla 1916′nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi.

    Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar “hiç mesabesindeydi.” Çanakkale’deki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübayalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunlarla kaybedilecek vakit vardı. Her şey “itimat” ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mübayaasına onu memur etti. İcabeden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

    O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti, ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam Yarbay ‘ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazırolda duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan ,”Ne alınacak” dedi. “Oto kamyon lastiği” cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı :

    “Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git, insanı günaha sokma para mara yok!…

    Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin (bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay ‘ın ihtiyacı vardı. Elindeki (Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lazımdı…

    Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu.

    Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti:

    “Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek, ezandan sonra gelip malları alamam. Gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin…”
    Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti. “Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler” yahudi yine “peki” dedi.

    Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime (yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci ‘ye yollandı. Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

    Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.

    Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de şu ibare bulunuyordu: “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.” Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı:

    “Bedeli Çanakkale ‘de altın olarak tesviye olunacaktır.”

    Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.

    Sahte paraya gelince…

    Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi ‘nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    ANZAKLI ÖMER’İN HİKAYESİ

    ANZAKLI ÖMER’İN HİKAYESİ”1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD’ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastahanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

    “Amerika ‘ya gittiğim ilk yıllar ( 1957) lisanım pek o kadar iyi değil.newyork’da Medical Center Hospital adlı bir hastahanede görev almıştım. Fakat vazifem kan almak,kan vermek,serum takmak,elektrokardiyoğrafi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine ,tedavisine verilmiyıor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum.

    Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında tabii kendisi ile ingilizce konuşuyorum.

    Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?

    Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii ki.. pazusunu açtım. Baktım pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine sormadan edemedim.

    Siz Türk müsünüz?

    Kaşlarını yukarıya kaldırarak ” Hayır “manasına işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum:

    Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?

    “Aldırma işte öylesine bir şey dedi. Ben yine ısrarla dedim ki:

    Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı,benim bayrağım…

    Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:

    Siz Türk müsünüz?

    Evet Türk’üm….

    İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:

    Yıl 1915. Sen hatırlamasın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye’de .orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak’tım Avustralya Anzaklarından …

    İngilizler bizi toplayıp dediler ki: “Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda . birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.” Biz de inandık sözlerine vaadetlerine… Savaşmak isteyenler arasına katıldık.

    Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu:

    Bizim yıkayan İngilizler,Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale’ye sevkediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır’a getirdiler o zaman . Mısır’da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atış talimi . ondan sonra da bizi alıp Çanakkale’ye getirdiler.

    Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor,gökyüzünde havai fişekler ,geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman…

    Her taaruzunda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil,kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş . bunu nereden anladığımı söyleyeyim.

    Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim.

    Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti:

    Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar,vahşi kimseler olarak tanıttı ya…

    Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:

    Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürdüler. Ama öldürmüyorlar… Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı.

    Bu duygularla “Yazıklar olsun bana” dedim. “Böyle asil insanlarla niye ben savaşıyorum ben . Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış”diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki… Bu iyiliğe karşı ne yapsam düşündüm durdum günlerce…..

    Nihayet bize serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.

    Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:

    Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarıma iyileştirerek ,sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk…

    Ne garip değil mi? Avustralya ‘dan Amerika’ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar… Buna bütün kalbimle inanıyorum.

    Peşinden nemli gözlerle “Bana adınızı söyler misiniz? Dedi. “Ömer” cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu:

    Peki niçin Ömer ismin, vermişler sana ?

    Babam müslümanların ikinci halifesi isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.

    Yahu senin adın müslüman adı mı ?

    Ben “Evet, Müslüman adı” deyince yüzüme baktı baktı,birden doğrulmak istedi. Ban mani olmak istedim. Israr etti.

    Ama niye ısrar ediyordu?

    İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu soluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:

    Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra “Anzaklı Ömer” olsun.

    Olsun

    Peki doktor beni müslüman eder misin?Müslüman olmak zor mu ?

    Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar gelmişti. Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da kimseyle konuşamadığı için ,soramadığı için konuşamıyormuş..

    Tabii dedim müslüman olmak çok kolay.

    Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlatırım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriliyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu.

    Yaşlılık bir yandan,hastalık bir yandan b,ir de yıllardan beri içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet’e olan hasretin sona ermesi bir yandan bu yaşlı gönlü duygulanmıştı. …Mırıldandı:

    Siz müslümanlar tesbih çekersiniz bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allah’ımı ansam olur mu?

    Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakkı’ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim.

    Hasta yatağında tesbih çekiyor,biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalamıştı. Müslüman olmuştu.

    Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica ettim.

    Beni yalnız bırakma olur mu?

    Ne gibi Ömer amca ?

    Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat!sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.

    O günden sonra her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu.

    Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum . hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. “Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!”

    Dedim ki içinden “Bizim Ömer amca galiba yolcu?”hemen yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:

    Sağ elinde tesbih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı,göğsünde imanı ile ,koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.

    Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şehadet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti….

    Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.

    “Ne yalan söyleyeyim,ağladım.”


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    BU OLAY ÇANAKKALE SAVAŞINDA YAŞANMIŞTIR.

    BU OLAY CANAKKALE SAVASINDA YASANMISTIR.Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, Kimi
    Bosnalı, Kimi
    Azerbaycanli, Kimi Adıyamanlı, Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda
    yaralı getiriliyor…

    Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır.
    Zor nefes
    alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için
    komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama
    tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.

    ‘Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma
    ulaştırın…’
    Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: ‘Ben…Ben köylüm Lapseki’li
    İbrahim Onbaşından 1 Mecidiye borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki
    ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin’

    ‘Sen merak etme evladım’ der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını
    eliyle
    okşar. Az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de
    ’söyleyin hakkını helal etsin’ olur…

    Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor.
    Bunlardan çoğu
    daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden
    çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor.

    İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye
    daha
    fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere
    yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de göz
    yaşlarına engel olamaz…

    PUSULADAKİ NOT:

    ‘Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni
    göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma
    söyleyin ben hakkımı helal ettim.’


    -----------------------------------------------------------------------------------------------------


    ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

    Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

    En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

    Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

    Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

    Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

    Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"

    Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

    Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

    Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

    Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.

    Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,

    Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

    Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

    Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

    Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

    Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!

    Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,

    Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,

    Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

    Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

    Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

    Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

    Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,

    Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

    Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

    Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;

    Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

    Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

    Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,

    Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.

    Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer

    O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...

    Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,

    Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.

    Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

    Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

    Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

    Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

    Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

    Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

    Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

    Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

    Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?

    Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.

    Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,

    Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

    Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;

    "O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.

    Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

    İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.

    Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

    O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...

    Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

    Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

    Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

    Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

    Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...

    Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

    Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

    "Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

    Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...

    Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

    "Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;

    Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

    Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,

    Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

    Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

    Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;

    Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;

    Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

    Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

    Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

    Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

    Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

    Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,

    Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,

    Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

    Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

    O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

    Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;

    Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!

    Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

    Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

    Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

    Mehmet Akif ERSOY.



    Bu Topraklar için Kanlarının son damlasına kadar savaşıp Şehit düşen Atalarımızın RUHU ŞAD OLSUN...


    Not : Sabahtan beri bunu hazırlıyorum, Vakit ayırıp göz gezdirdiyseniz Teşekkür ederim...

    Yorum


    • #3
      Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

      Tek kelime ile harika kardeşim ellerine sağlık.

      Yorum


      • #4
        Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

        Orjinal yazı sahibi: xxstormxx
        Tek kelime ile harika kardeşim ellerine sağlık.
        Abi vakit ayırdığın için ben Teşekkür ederim

        Yorum


        • #5
          Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

          Emre eline emeğine ayağına sağlık...
          Ben okuldayken bu kadar tarih okumamıştım...

          Yorum


          • #6
            Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

            Orjinal yazı sahibi: skydroll
            Emre eline emeğine ayağına sağlık...
            Ben okuldayken bu kadar tarih okumamıştım...
            Ne demek abi
            Bende ne okumuştum ne yazmıştım ama seneye yine gidecem ve çok daha fazlasını yazacam ve okuyacam abi bundan sonra ki ziyaretlerimi tatillerimi böyle önemli yerlere daha çok ayıracam inşallah...

            Yorum


            • #7
              Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

              cok guzel emre abı gercektende fotograflar herseyı anlatıyor detaylıca okadarda hazırlamıssın bızde sankı ordamıs gıbı hıssettık duygulandık tabıkıde ınsallah bende en kısa zamanda gıtmeyı ıstıyorum cok abı hayırlısıyla cok tesekkurler!

              Yorum


              • #8
                Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

                Emrcim ellerine kollarina ve zamanina saglik.mukemmel bir hazirlik olmus. Senin gibi genc bir kardesimizin bu konulara bole egilim gostermesi herkese tek tek ornek olmali.saygilar sevgiler

                Yorum


                • #9
                  Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

                  Orjinal yazı sahibi: speed_emre
                  cok guzel emre abı gercektende fotograflar herseyı anlatıyor detaylıca okadarda hazırlamıssın bızde sankı ordamıs gıbı hıssettık duygulandık tabıkıde ınsallah bende en kısa zamanda gıtmeyı ıstıyorum cok abı hayırlısıyla cok tesekkurler!
                  Teşekkür ederim kardeşim ben sadece gittiğinizde neyle karşılaşacağınıza dair ön bi hazırlık yapayım istedim yoksa Çanakkale Gelibolu sayfalarca anlatılacak Resimlerle tanımlanacak yer değil inşallah en kısa zamanda gider görür ne demek istediğimi anlarsın...

                  Yorum


                  • #10
                    Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

                    Orjinal yazı sahibi: trabzon61
                    Emrcim ellerine kollarina ve zamanina saglik.mukemmel bir hazirlik olmus. Senin gibi genc bir kardesimizin bu konulara bole egilim gostermesi herkese tek tek ornek olmali.saygilar sevgiler
                    Her zaman olması gerektiğini yapıyorum abi belki az bile oldu inşallah gitmek isteyip vakit ayırmaya çalışanların işini kolaylaştırır diye düşünüyorum Teşekkürler abi güzel yorumun için...

                    Yorum


                    • #11
                      Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

                      ins emre abı bayramda gıdebılırız buyuk ıhtımalle cok soguk olmazsa aılecek cokta mutlu oluruz gıdersek ınsallah cok ıstıyorum gercektende

                      Yorum


                      • #12
                        Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

                        Orjinal yazı sahibi: speed_emre
                        ins emre abı bayramda gıdebılırız buyuk ıhtımalle cok soguk olmazsa aılecek cokta mutlu oluruz gıdersek ınsallah cok ıstıyorum gercektende
                        İnşallah kardeşim...

                        Yorum


                        • #13
                          Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

                          Abi hakikaten eline yüreğine sağlık. Şu fotoğrafları koyup yorumlarınıda o kadar içten yazmışsınki gitmiş kadar olduk. Tek kelimeyle emeğe saygı clapclap Türk milleti kendini tanıyorda keşke tüm dünya gelsede görse nerelerden nasıl gelmişiz. O zamanın askerleri o kadar şanşlıymışki onurlu bir şekilde çarpışıp şehit olmuşlar. Şimdi ise şerefsizler yüzünden yolda giderken şehit oluyorlar Kusura bakmayın konuyu biraz saptırdım.

                          [shadow=red,left][glow=grey,2,500]SPORT[/glow][/shadow]

                          Yorum


                          • #14
                            Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

                            Orjinal yazı sahibi: opelmania
                            Abi hakikaten eline yüreğine sağlık. Şu fotoğrafları koyup yorumlarınıda o kadar içten yazmışsınki gitmiş kadar olduk. Tek kelimeyle emeğe saygı clapclap Türk milleti kendini tanıyorda keşke tüm dünya gelsede görse nerelerden nasıl gelmişiz. O zamanın askerleri o kadar şanşlıymışki onurlu bir şekilde çarpışıp şehit olmuşlar. Şimdi ise şerefsizler yüzünden yolda giderken şehit oluyorlar Kusura bakmayın konuyu biraz saptırdım.
                            Yok kardeşim Çok güzel yorumlamışsın o günlerde bu günleri inanırmısın oraları gezerken yüreğimde aklımda bir tek cümle vardı Allah bizede nasip etseydi keşke böyle şanlı bir mertebeyi de bizde onlar gibi Vatan uğruna Allah uğruna şehit düşseydik...

                            Yorum


                            • #15
                              Ynt: GELİBOLU ŞEHİTLİKLER ve FOTOĞRAFLARI

                              emre ellerine sağlık, gerçekten çok emek vermişsin, gitmeden gitmiş kadar olduk, tarihi yaşadık, teşekkürler....

                              Yorum

                              İşleniyor...
                              X